Dünden antremanlı olduğum için, bir çabuk kahvaltı yapıp dümdüz denizi kaçırmayalım istedim. Şimdi ne olduğunu hatırlayamadığım bir nedenle, yapamadık. Saat yine akşamüstünü buldu sahile inmemiz. O arada deniz dalgalanmıştı zaten. Çocukken, galiba ip atlarken söylediğimiz, bir şarkı dolandı dilime:
Denizde dalga
Hoşgeldin abla
Eteğini topla
Rahat otur abla
Aşkım da ezberledi, diğer herkes de. Artık öyle bir haldeydik ki, durduk yerde birimiz 'Deniz' dese, alakalı alakasız bunu söyledik. O kadar çok eğlendik ki, anlatamam! Neyse.
Kızlar (Demet, Nurcan, Güneş teyze) önden gittiler, biz arkalarından hareket aldık. Sahile indiğimizde öncü grup zaten yüzmüş, çaylarını yudumluyorlardı. Ben de, artık aç kurtlar gibi saldırmayayım denize, dedim, oturdum bir çay içtim. İçimin içimi kemirmeye başladığını anlayan aşkım 'Haydi' komutunu verdi. Önce rotamızı belirledik, kayaları bertaraf etmek için. Sonrası kolaydı artık. Dünkü kadar azgın(!) dalgalar olmadığı için, nispeten kolay oldu. Çeşme'yi bilenler bilir; denize girdiğiniz an her şey olması gerektiği gibidir. Belli bir süre ilerlediğiniz zaman su derinleşir, fakat sonra birden bire tekrar alçalır. Derken tekrar derinleşmeye başlar ve öyle devam eder. İşte bu ikinci derinliğe ulaştığımızda artık özgürlüğümü ilan etmek istedim. Aşkıma beni bırakmasını söyledim. Biraz zorlansa da sonunda kabul etti. Dengede durmaya çalıştım ve başardım! Düşünsenize, dalgalara karşı ben! Hatta ve hatta, daha da ileriye giderek, destek almadan yani kendi kendime yürüdüm bile!
Gülüp eğleniyorduk ki dalgalar büyümeye ve artmaya başladı. Bu bir uyarıydı.
Biz de uyarıyı ciddiye aldık. En zor kısım dünkü gibi çıkıştı. Dalgalar arkadan ittiği için kolay olur zannediyor insan ama, tam tersi. Denizden çıktığımızda hiç birimizin hali kalmamıştı. Birer çay daha içtik ve doğruca evin yolunu tuttuk.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder