Dün, iki yılı geçkin bir süre sonra ilk kez şehirler arası yolculuğa çıktım. Annem, ablam, yeğenim ve ben atladık arabaya, kuzinime hayırlı olsun ziyaretine gittik.
Sabah 7'de çıkarız yola, demiştik ama 8'e geliyordu ancak çıkabildik. Lüleburgaz'da oturan kuzinim 14 gün önce ikinci kızını dünyaya getirdi. Biz de topluca hayırlı olsun ziyaretine gidelim dedik; aslında kız kardeşim de Almanya'dan gelecekti ama, onun konferans programları karıştı.
Sabahın o saatinde bile hava 'bugün kavrulacaksınız!' sinyani veriyordu. FSM köprüsünün oradan TEM otoyoluna bağlandık. Biz zannediyoruz ki bom boş olacak yollar, ama nerede! Sanki iş günü gibi trafik var. Mahmubey gişelerden sonra biraz daha rahatladı yol. Hep bir ağızdan bir Nilüfer'e eşlik ediyoruz, 'Kim arar seni kim arar, vefasız olanı kim arar...', bir Barış'a 'Arkadaşım eş, arkadaşım şek, arkadaşım eşşek...'. Derken derken trafik işaretleri bize sol iki şeridin daralıp sağdaki tek şeridin kullanılacağını söyledi. Hatta bunu sadece söylemekle yetinmedi, bir de bu iki şeridin 'girilmez' olduğunu dubalı, kırmızı-beyaz trafik konileriyle gösterdi.
Yavaşlayarak tek şeritli yolda ilerlemeye başladık. Yol hafif yokuş yukarı ve kıvılarak gittiği için yolun gözümüzün gördüğü son noktasına kadar hala tek şerit devam ettiğini görüyoruz, çünkü kör değiliz. Zaten körseniz çok büyük ihtimalle ehliyetinizin olmaması gerekir. Acaba neden tek şeride düşürdüler diye yeğenime soruyoruz, bakalım ne diyecek diye. Dokuz yaşına yeni basmış her çocuk gibi iki olasılıktan söz etti: ya yol çalışması vardı, ya da kaza olmuştu. Biz, kazanın olmadığını umarak, kendisine üçüncü bir alternatifin de olabileceğini söyledik: yol çalışması/kaza önceden olduğu ve bittiği halde trafik ekipleri bu konileri toplamayı unutmuş olabilirlerdi. Görülmemiş, duyulmamış şey değildi; büyük olasılıkla ömrünün büyük kısmını bu ülkede geçireceği için, beklentilerini yüksek tutup sonradan bizler gibi mutsuz olmasındı; ülkenin gerçeklerini şimdiden aklının bir köşesinde bulundursundu, böyle durumlarla karşılaşırsa şaşırmasındı.
Tam o sırada bir baktık ki önce bir araç, sonra iki derken sayısız araç, normalde girilmez olan şeritlerde toz attırmaya başladılar. Emniyet şeridinden geçip gitmeler, tek şeride düştüğümüzün ilk 5. dakikasında başlamıştı zaten, ona dikkat çekmeye gerek bile duymuyorum. Hemen burada çok komik bir manzara aktarmak istiyorum: Girilmez olan şeritlerin istilasından önce, bir öndeki Ford Focus konilerin arasında vals yapmaya karar verdi, belli ki o anda dinlediği Simply Red'in 'I'm Too Far Gone (to Turn Around') şarkısının romantik ezgilerine kaptırmış kendisini. Bir Dodge minibüs bu romatizme eşlik etmek için emniyet şeridinden son hız geldi, geldi, tam sarmaşdolaş oluyorlardı ki kimyaları uyuşmadı, öpüşme faslına geçmediler! Bir daha kimse Ford Focus'u dans etmeye ikna edemedi!
Ya acaba yol mu açıldı, diyoruz; biraz daha bekleyelim bakalım konileri toplayan bir araç geliyor mu arkadan, diyoruz kendimizce. Yok, o da yok. Bir trafik polisi gördük, elinde kalem kağıt, trafik kurallarını ihlal edenlerin plakalarını not ediyor, ama sayıları o kadar çok ki, hangi birine yetişsin garibim. Yol niye kapalı diye soracaktık, ama bize yanıt verirken not aldığı plakanın bir rakamını yanlış yazar, n'olur n'olmaz dedik. Madem durum böyleydi, hemen 155'i aradım. Telefona yanıt veren görevliye durumu izah ettim. 'Ekip yok mu orada?' diye sorduğunda, gururla 'Bir Türk dünyaya bedel' diyemedim. En azından ekip göndereceklerinin sözünü aldım, kendim için değil, gariban polis memuru için. 155'i ikinci kez aradığımızda görevli ablamdan açık adres istedi, ablam da 'Edirne istikametinde Mahmutbey gişelerden sonra 3.km' dedi.
Bir süre sonra şöyle bir durumdaydık: bizim yani sağ şerit zaten uzun zamandır durmuştu, ama diğer girilmez iki şerit de artık durmuştu. Uzaklarda itfaiye ve ambulans ışıklar gözüküyordu. Kazanın yanından geçerken yeğenim ceset torbalarını görmesin diye ne yaptıysak başaramadık.
Sonra ne mi oldu? Girilmez olan sol şerittekiler teker teker sağ şeride kaynak yapmaya çalıştılar. Araya girmek için neredeyse mini kazalar yapmayı göze alıp, doğru şeritte gitme gafletinde bulunanları taciz ettiler. Arabalarının camını açıp 'Yol versene lan!' benzeri cümleler savurdular tükrükleri eşliğinde. Yemin ediyorum dinledikleri şarkılar eşliğinde arabanın içinde hoplayıp zıplayan tipler bile vardı. Kaza mahalini geçtikten 2-3 dakika sonrasında bir BMW önce en sola, sonra en sağa ve orta şeride tehlikeli geçişler yaptı. Çok değil, 1 saatcik dayansaydı kurallara uygun davranmaya. Ama, hayır. Kendisi, ailesi, karısı-koası, çocukları da dahil hiç bir yaşayana saygısı yok ki, otobanda cansız yatan beş kişiye, hayat mücadelelerine devan eden diğer beş kişiye saygısı olsun. Bunu sadece buradaki BMW sürücüsü için söylemiyorum, her durumda girilmez işareti sanki yokmuş gibi davrananlara, kırmızı ışıkta geçenlere, öndeki aracın sürücüsünü selektör ve kornayla taciz edenlere vb. de söylüyorum. Azrail'den bile daha üstün oldukları, dokunulmaz oldukları zannıyla, kurallara uyanları kendinden şüphe etme noktasına getirmiyorlar mı?: Allah'ın enayisi ben miyim?
Birkaç yıl önce Rotterdam School of Management, Erasmus University ile İstanbul'da ortak bir MBA programı açmıştık, program yöneticisi bendim. Toplantı yapmak için gittiğim Rotterdam'dan, sabah uçağı ile İstanbul'a dönmek üzere Schiphol havalimanına gideceğim. Otelden taksiye bindim ki beni tren istasyonuna götürsün. Daha hava aydınlanmamış olmasına rağmen, yollarda bir çok araba var. Tam biz geçerken kırmızı ışık yandı. Taksi şoförü torpido gözünde birşeyler ararken yeşil oldu trafik ışığı. Şoför çok umursamadı, aramaya devam etti. Ben de zaten yola epeyce erken çıktığım için sesimi çıkarmadım; ama gayri ihtiyari arkada araba var mı diye baktım, iki taneydiler. Işık tekrar kırmızıya döndü. Şoför aradığı şeyi buldu, kırmızının sönmesini yeşilin yanmasını bekledik. Yeşil yanınca biz de geçtik, arkadaki iki araç da. Böyle birşeyin güzel ülkemde olabilirliğinden söz edilmeye başlaması için bile en az yüz yıl geçmesi gerekir, yukarıdaki örnek olaya bakarak. Bana göre.
Selamlar,
YanıtlaSilYukarıdaki olay ve bizim garip hallerimizi eleştirmenize tamamen katılıyorum, da Avropa dediklerinin o kadar mükemmelleştiğine katılmıyorum. Ben Rotterdam'da yaşıyorum ve sayısız orta parmak gösterme, laf sayma, kırmızıda geçme vs vs bilimum Türkvari kural ihlaline ve saygısızlığa şahit oluyorum hem de özü Hollandalı olanlardan, arkadaki şahısların kornaya basmamalarının iki nedeni olabilir; Ya etrafta polis vardır ceza yazar korkusu ya da Taksi şöfüründen dayak yeme korkusu ;) Herşey toz pembe değil burada yani, münferit hadiselerle genelleme yapmamalı..
Nev
İstanbul trafik karmaşasında yetişen(!)şoförler,yaz gelip ülkenin sayfiye yerlerine dağıldığında yukarıda bahsedilen kirliliği maalesef bulundukları yerlerede bulaştırıyorlar.İzmirin kendi tarzında bir trafik akışı vardır.Yaz günlerinde bu akış çılgınlığa döner ,İzmir - Çeşme otoyolu bu günlerde tahammülsüz bir hal alır.Slalom yapanlar ,sağ şeridin anlamını bilmeyenler ,hangi şeritte olursanız olun taciz edenler,inanılmaz bir hızla sagınızdan geçenler vb.Plakalarını hızlarına yetişip okursanız 34ile başlar genelde.bu ne anarşidir nereye kaçdakika evvel ulaşma savaşıdır bir hesabein lutfen 100 Km de 10 dakika kazanmak için değermi .düşünüpte islah olacaklarını ümidedelim.
YanıtlaSilGünaydın.
YanıtlaSilNe de olsa ben ayda bir, iki kez gelip 2 gün ila 6 gün arasında kalıyordum Rotterdam ve Amsterdam'da, özel seyahatlerimi saymazsak; neticede siz çok daha iyi bilirsiniz orada yaşayan biri olarak. Bununla beraber, hiçbir ziyaretimde trafik kuralı ihlaline veya saygısızlığa rastlamadığımı da söylemeliyim.
Bir yandan herşeyin toz pembe olmadığının zaten bilindiği, diğer yandan da trafik polisinin, sabahın 4,5-5’I civarında sadece korna çaldığı için şoföre ceza yazdığı bir yer! Ülkemde sırf bunun bile söz edilmeye başlaması için kaç yüzyıl geçmesi gerekir bilemiyorum.
Sevgili Noyan,
YanıtlaSilİstanbul plakalı bir araç sahibi olarak biz de Çeşme otoyolunda azami dikkatle giderdik. Dediğin gibi ne zaman nereden geldiklerini anlayamıyorsun bile.
34 ile baslayan plakalarla ilgili Ankara trafiği için şöyle bir teorim var: Üniversite eğitimi için İstanbul'dan Ankara'ya giden hızlı yaşa/genç öl'cüler - senin de tarif ettiğin slalom yapan, sağ şeridin anlamını bilmeyen, taciz eden, hızla sağlayan vb.leri - Ankaralılara arabanın aslında 'nasıl' kullanılması gerektiğini(!) öğrettiler. Bugün Ankara'da araba kullanmak İstanbul'lulara bile çok zor geliyor.
Umalım ki İzmirliler kendi bildiklerinden şaşmasınlar. 'Misafir' araçlara 'La havle' demekten başka bir şey yapmasınlar :)
Yurtdisinda yasadigim icin hergün görüyorum ve duyuyorum. Maalesef buradaki araba sigorta sirketleri, Türk'leri ve Fas'li (daha dogrusu arap tabiyetli insanlari) sigortaya binbir naz ile aliyorlar. Tanidigim bazi sigortaci arkadaslarimi ki kendileri Türk sigortacisi olup genelde portföyünde gayet tabii ki genel olarak Türkler mevcut, bu sigortacilari maalesef sigorta sirketleri müsterilerinin meydana getirdigi kazalardan dolayi sigortadan(müsterileri ile beraber)atmislardir. Meydana gelen kazalarin cokluguna, yapilis tarzlarina, ückagitciliklarina göre hepsi burada bizlerden " illallah" diyorlar.
YanıtlaSilMaalesef buna göre gerek Hollanda'si olsun gerek Almanya'si gerekse Belcika'si, Fransa'si burada genel olarak trafik canavarlari bizleriz.
Nasil TOSUN espirileri TOSUN Avrupa'da da hizmetinizde diyorsak, MAGANDA'larda Avrupa'da da hizmetinizde diyorum. Hemde nasil hizmet.
At, avrat, silâh bunun yerini araba, avrat, silâh almissa degisen ne varki? Trafik bilgisi + Insan sevgisi ve saygisi olamayan bir kisi direksiyon basina gecince ne beklenebilirki...
TOSUN'un Avrupa'da da hizmette kusur etmediği anlaşılmıştır :))
YanıtlaSil