Yarattığın dünyadan ibaretsin, ne bir eksik ne bir fazla.

17 Eylül 2009 Perşembe

Akmerkez'in asansörleri ezdi geçti...

Günlerden Pazartesi. Yasemin ikinci vatan Almanya'sına geri dönmek üzere Havaş'a bindi. Işıl, Melis, annem ve ben de Ortaköy'e inmeye karar verdik. Aklıma geldi ki Hollandalı bir arkadaşım 'pashmina' şal istemişti birkaç zaman önce. Hazır inmişken onları da alırız.

Ortaköy meydanının o Arnavut kaldırımı benzeri yollarında başarıyla yürüdüm.
Kumpir yedik, üstüne Mado'da dondurma.
Aşkıma çok sevdiği fıstıklı dolamadan aldım.
Arkadaşımın siparişlerini alırken mor ve yeşilin tonlarını seçmekte zorlandım ama, sonra kendi beğendiklerimi alarak sorunu çözdüm.

Eve geri geldiğimizde annemin saçını boyadım. İşsiz kalırsam kuaför olacağım, o derece iyiyim yani :) Yegane müşterim olan annem çok mutlu çıkardığım işten. Yaklaşık yarım saat sonra aşkım geldi beni almaya. Akmerkez'e gittik, bazı alışverişimizi yapmak için. İşimizi bitirdik, otoparka inen asansörlere geldik. Orada sürekli karşılaştığımız bayan görevli ile selamlaştık. Biz geldiğimizde o yoktu, başka birisi vardı.

Burada, hemen, Akmerkez'in otoparkına inen asansörlerden bahsetmem gerekiyor. İki tane var. Her ikisinin de iç kabini küçük. En önemlisi de asansörlerin kapıları çok çabuk kapanıyor. Birinci kişi bindiğinde arkadan gelenin asansöre binmesi için Usain Bolt olması gerekiyor. Hadi diyelim ki Usain Bolt kadar hızlı değilsiniz, sadece bir adımınızı asansöre attınız. Ama o da yetmiyor ve asansörün kapısı üstünüze kapanıyor. Neden? Çünkü, hareket algılayıcıların jetonları köşeli. Kapıların arasında bir şey olduğunu jetonu düşene kadar anlamıyor. O arada siz arada sıkışıp kalıyorsunuz. Her seferinde kendimizi zor kurtarıyorduk da, Pazartesi akşamı kurtaramadık. Ve çığlık kıyamet, ben bir tarafa baston bir tarafa. İki seksen yerdeyim, sağ tarafımın üstüne. Aşkımla birlikte panik içindeyiz. Güvenlik görevlisi ne arada haber verdi, Akmerkez görevlileri ne ara geldiler, hiç bilmiyorum.

İlk şoku atlattıktan sonra kırık bir yerim var mı acaba diye onu hissetmeye çalıştım. Kırık çıkık yoktu, galiba. Aşkımın yardımıyla sırtımı duvara dayadım, hemen o an kalkacak gücüm yoktu. Bu arada o kadar çok insan çevremde, hepsinden yükselen bir uğultu var. Muhtemelen bir şeyler konuşuyorlar veya soruyorlar... Aklıma ilk gelen nasıl kalkacağım sorusuydu. Aşkım şikayetçi olması için nereye gitmesi gerekiyorsa oraya gitti ki ben biraz daha oturayım. Giderken de arkasından ekledim: "Mahkemeye vereceğimizi de söyle!". Ve başladım ağlamaya. Yüksek rütbeli olduğu anlaşılan bir adam "Hanımefendi, biraz sakin olun." deyince tepemin tası attı: "Sakin olmam için bir sebep var mı? Nasıl sakin olmamı beklersiniz? Zaten sakatım, nasıl kalkacağım yerden?" ve buna benzer soruları sıraladım, ağlayarak. Akmerkez revirindeki doktor muydu, hemşire mi bilmiyorum bir görevli geldi. Sağ tarafıma düştüğümü söyleyince önce sağ tarafımı, sonra sol tarafımı kontrol etti.

O arada aşkım geldi. Revirdeki görevli bize revire gelmemizi, orada biraz daha sakinleşebileceğimizi söyledi. Önce kabul etmedim, ama sonra, tamam dedim. Ayaklarımı duvara dayadım, aşkım koltuklarımdan kaldırdı, hemen tekerlekli sandalyeye oturdum. Ama o kadar kasılmışım ki her iki bacağım da havada kaldı; bir türlü dizlerimi kırıp oturur vaziyete geçemiyorum. O şekilde gitmeye karar verdik. Tekerlekli sandalyeyi kullanan görevli çabuk çabuk hareket etmek isteyince, bacaklarımı çarpmaması konusunda uyardım.

Sanıyorum o zaman oldu. Önce sağ omzum atmaya başladı. Sonra sağ elim ve kısa süre sonra da kolumun dirseğe kadarki bölümü istemsiz bir şekilde titremeye başladı. Revire indiğimizde titremeler sallanmaya dönüşmüştü ve sol kolumda da başlamıştı. O kadar şiddetli sallanıyordular ki tansiyon aletini bile takamadılar. Kafam ve boynum kaskatıydı. Dişlerim birbirine çarpıyordu. Aşkım soğuk ter attığını söyleyince, tansiyonuna baktılar, yemesi için ekmek-peynir ve bol şekerli çay getirdiler.

Revir görevlisi damardan diazem yapmak gerektiğini söyleyince, iyice panik oldum ve reddettim. Aşkıma Ali Çetin hocayı ya da Hakan'ı aramasını söyledim. Hakan bilincim yerinde mi diye sordu, 2.5 yıldır kullandığım Lioresal'den (santral etkili kas gevşetici) bir tane alsın, dedi. Ambulansla hastaneye gitmemizi söyledi. Aşkım kardeşini çağıracağını söyleyince, Işıl'ı çağırmasını önerdim. Bütün bunlar olurken revir görevlisi aşkıma devamlı "Beyefendi şu çayı için, şunları yiyin lütfen." diyordu. Bana da "Hanımefendi, konuşun, bir şeyler söyleyin bize." Tabi, onu da anlıyorum, bilincim yerinde mi değil mi diye kontrol etmeye çalışıyor. Ama gereken herşeyi akıl mantık çerçevesinde söylemişim, daha ne söyliyeyim?

O arada bir bardak su geldi. İlacımı verdiler, ben "Pipet yok mu?" deyinceye kadar suyu boğazıma tıkadılar. O kadar sallanıyorum ki suyun ancak bir damlası boğazıma girdi, neyse ki onunla yutmayı başardım. Durduk yerde boğacaklardı bir de...

Sonunda ambulans da Işıl da geldiler. Ambulans mal kabul bölümüne yanaşmış. Fakat orada da tekerlekli sandalye için rampa yok. Sandalyenin kollarından tutup indirmeyi konuşuyorlardı ki, kolların çıkabileceğini söyledim dişlerim takırdayarak. Durduk yerde düşüreceklerdi bir kez daha...

Karga tulumba sedyeye koydular beni. Ambulansdaki sağlık görevlisi çok cici bir kadındı. Sedye ambulansa çıkınca ablam da bindi ve hareket aldık. O arada sağlık görevlisi tansiyonumu ölçmeyi becermiş: büyük 9, küçük 5. Işıl'a dedi ki: "Damar yolu açacaktım ama, tansiyon zaten çok düşük, diazem de yaparsak bir de geri getirmekle uğraşacağız ki o daha zor." Geri getirmenin tıpçasını söyledi tabi, ama biz anlamıştık. Ben de kendimde olduğumu kanıtlamak için 'Kaç yıldır bu iştesiniz?, 'Sevmeseniz yapılacak bir iş değil', 'Çocuğunuz var mı?' gibi konuşmaya çalışıyorum ki, kadın hemen diazemi basmaya kalkmasın. Yolda giderken bir de araba kazasına tesadüf ettik. Sirenler çala çala yolumuza devam ettik mecburen.

Amerikan Hastanesi'ne geldiğimizde her iki kolum boks maçı yapar gibiydi, sol bacak kaskatı sabit, sağ bacağım havada sola kaymış ve yine kaskatıydı. Ambulans görevlisi aynen TV'de izlediğimiz gibi hastanedekilere bilgi veriyordu. Bir grup hastane görevlisi beni ambulansın sedyesinden hastanenin sedyesine alıyordu. Bir hemşire bilincimi kontrol etmek için sorular soruyordu. O kadar hareket arasında tanıdık bir hemşire gördüm gibi geldi bana.


Acil servisin doktoru geldi. Damar yolu açmaları gerektiğini söyledi. Ben de eşimi beklemelerini, Hakan doktorla telefonda konuştuğunu söyledim. Damar yolu açmak için sağ kolumu iki hemşire sabitlemeye çalışıyordu, ama bir türlü beceremiyorlardı. Ben korkumu da söyledim: kolumu sabitlemeden nasıl takacaklardı katateri? Damarım yırtılabilirdi, çünkü daha önce başıma gelmişti yıllar önce; üstelik o zaman gayet düz tutuyordum kolumu. Doktor, Hakan'ı kendisinin de arayabileceğini söyledi. O arada hemşireler damardan diazem yapmazsak bu işin çözülemeyeceği konusunda beni ikna etmeye çalışıyorlardı.

Acil servis doktoru, Hakan doktorla konuşurken Celal'im de gelmiş. Sonrasını bölük pörçük hatırlıyorum. Doktor bana sol elimle bazı hareketler yaptırmaya çalışıyordu. Kaç kişi, nasıl sabitledi sağ kolumu? Bilmiyorum. Tek hatırladığım 'Burası benim ikinci evim.' dediğim ve kolumun yavaş yavaş sakinlediği. Diazemi de damardan yiyince...
Bir ara üşümeyle uyandım. Üstüme pike örttüler. Tekrar uyandığımda, Ceyhun da gelmişti. Doktor biraz daha istirahat etmemi söyledi. Aşkım geceyi hastanede geçirelim, dedi. Bence gerek yoktu. Doktor da zaten gerekli görürlerse tutacaklarını, tetkiklerin sonucuna göre tekrar konuşacağımızı söyledi. İyice açıldığımda, doktor muayenesini yaptı. Fark ettim ki sırılsıklam olmuşum. Üstümde başımda ne varsa, yakılacak hale gelmiş. Test sonuçlarında da bir yaramazlık yokmuş. Zaten, Hakan'da iyiyse gidebilir, demiş. Ben iyiydim.

Bir süre sedyede oturdum ki dengem yerine gelsin. O arada ablam bluzumun altına, hem öne hem arkaya kağıt havlular koydu ki, durduk yerde bir de zatürre olmamayım... Akıllı kadın :) Tekerlekli sandalyeye oturmadan önce biraz yürüyüş yaptım ki, ne durumdayım onu da görelim. O da normal.

Böylece ilk ambulans tecrübemi de yaşamış oldum.

3 yorum:

  1. Büyük gecmis olsun. Inanin yazdiklarinizi heyecandan satir atlaya atlaya okudum, cabucak yazinin sonuna ulasmak icin...daha sonra basa dönüp bir daha okudum...Gecirmis oldugunuz hersey icin cok üzüldüm, tekrar büyük gecmis olsun.
    Koskoca Akmerkez'deki asansörlerin haline bakin. Yani böyle bir yere gelince asansör'e gelinceye kadar saglamsiniz ve asansör'e binmeye karar verdiniz, gecmis olsun!!! Gôzünüzü ambulansta aciyorsunuz.

    Bizden size cok selamlar, gecmis olsun.

    YanıtlaSil
  2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  3. Sevgili Yavuz ve sevgili teecetveli,

    Her ikinize de çok teşekkür ederim, geçmiş olsun dilekleriniz için. Çok hafif atlatmış olduğumu, bir arkadaşım 'Ya yan değil de, sırt üstü düşüp kafanı çarpsaydın!' deyince anladım aslında. Sonra olabilecekler aklımıza gelmeye başladık ve anında durdurduk kendimizi, çünkü ucu açık...

    En iyisi, oldu-bitti diye düşünebilmek, sanki. Off, felaket depresif oluyorum bu konuda. Neyse...

    Tekrar, çok çok sağolun :)

    YanıtlaSil