Yarattığın dünyadan ibaretsin, ne bir eksik ne bir fazla.

28 Aralık 2009 Pazartesi

Minik kardeş, minik kardeş, can can caaaan

Eveeet, 1. beyin ameliyatımda kaldığımız yerden devam ediyorum.

Meğer minik kardeş can can can bana inanmayıp, Amerika'daki arkadaşlarının ve kendisinin bilumum doktor arkadaşlarını arayıp, durumu anlatınca, işin ciddi boyutları olabileceğini anlamış. Fiziksel anlamda yaşayabileceğim sıkıntıları öğrenmiş, ilaveten kişiliğimin değişme olasılığının olduğunu da. Hop deyip atlamış uçağa. Ameliyata yetişememiş ama, ben yoğun bakımda eğlenirken, o da hastanedeymiş.

Çok seneler önce, galiba 1990'lı yılların başıydı, annemle Mesoş Artur'da ikamet ediyorlardı, yaz-kış. Ben İstanbul'da babamla çalışıyorum, ablam İzmit'te çalışıyor, minik kardeşimiz de Ankara'da yüksek lisansını yapıyor. Günlerden bir gün, iş yerindeyim, telefon çaldı. Açtım. Karşımda Mesoş. Hemen anladım kötü bir şeyler olduğunu, çünkü ilk kez beni iş telefonumdan arıyor; numarasını bile bilmezdi diye düşünüyorum. Günde kim bilir kaç kez konuşurduk ama, çoğunlukla ben aradım, ya da annem. Annemin kalp spazmı geçirdiğini, hastanede olduğunu haber vermek için aramış. Tabi, ben, önce ablamı sonra Yasemin'i aradım. Ailede bir 'saklama' huyu vardı, biz çocukken. Saklanan şeyler kap kaçak olsa neyse! Sağlıkla ilgili her kötü haber saklanırdı bizden; niyeymiş, derslerimiz varmış, üzülüp, moralimiz bozulmasınmış. Ne zaman ki biz büyüdük - ne demekse artık o, herkese söz verdirdik ki, bu gibi durumlarda haber verilecek diye. Canım Mesoş.

Ablam zaten yolumun üstünde olduğu için, geçerken onu da alırım, birlikte gideriz diye planladık. Kardeşimiz de Ankara'dan otobüse atlayıp gelecek. O tarihlerde, ya Gölcük-Karamürsel üzerinden Körfez dolaşılarak, ya da Eskihisar'dan arabalı vapurla Topçular'a geçilerek Yalova-Bursa'dan İzmir-Balıkesir yoluna çıkılırdı. Ben Körfezi dolaşmayı tercih ederdim, her ne kadar yol bir geliş bir gidiş olduğundan araba, kamyon, otobüs ve TIRlar kalabalık yapsa da... Araba kullanmayı çok severdim, çok... Neyse... Yola çıkmadan önce, en eski-yakın arkadaşımla yol üstünde bir yerlerde buluştuk, evimin anahtarını verdim. Evet evet, üstümü bile değişmek için zaman kaybetmek istemedim. Evimin anahtarını da, bitkileri sulasın diye değil, köpeğimle birlikte kalsın diye verdim. Adı Tango'ydu. Beyazlı siyahlı Pointer cinsi, çok güzelll bir yaratıktı. Tango'nun hikayelerini başka zaman yazarım.

Konu nasıl da dallandı budaklandı, değil mi? En nihayetinde, ablamla ben ilk vardık. Annem bir takım aletlere bağlı yatıyor hastanede. Ertesi gün sabah ancak geldi Yasemin. Biz annemin odasındayken usulca girdi içeriye. Annemin Yasemin'i görmesiyle birlikte nabzını ölçen alet tam manasıyla sapıttı. Nasıl da çılgın gibi bipliyor tahmin edemezsiniz, sevinçten ikinci bir spazm geçirecek! Halbuki ablamı ve beni gördüğünde böyle çıldırmak yerine neredeyse durma noktasına gelmişti be ;-)) Biz, anında, ablamla 'En çok hangimizi sevdiğini anladık anneee!' diyerek kadıncağızımıza üçüncü spazmını geçirtiyorduk :)

Eh, haliyle ailenin en sevilen çocuk olduğunun bilinciyle, minik kardeş can can can, başıma bir de kalp krizi gibi bir iş açmak istemediği için, yoğun bakımda yanıma gelmemiş :))

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder