Yarattığın dünyadan ibaretsin, ne bir eksik ne bir fazla.

22 Mayıs 2009 Cuma

Giriş bölümü

İşin ilk başını anlatmak istiyorum. Yıl 2004, aylardan Ağustos, beynimde tümörler olduğunu öğreniyorum. İşte öncesi.

Amerika'ya kardeşimi görmek ve biraz da gezmek için gitmeye karar verdik. Annem ve aşkımla beraber ABD konsolosluğunun vize bölümünden içeri girdik. Hatırladığım kadarıyla kocaman salonda bir yığın insan sırasını bekliyordu, biz de onlara katıldık. Tesadüfen en ön sırada oturduk. Bir yandan verdiğimiz bilgilerin üzerinden kim bilir kaç milyonuncu kez geçiyoruz ki bir aksilik çıkmasın. Düşünün adamlar nasıl korkutmuş gözümüzü! Bir yandan da gişedeki vize görevlileri ile vizeye başvuranlar arasındaki konuşmalara mecburen tek taraflı kulak misafiri oluyoruz. Mecburen ve tek taraflı diyorum çünkü Amerikan tarafı kurşun geçirmez camların ardından diyafondan konuşuyor, en ön sıradan duymamak imkansız. Türklerin bir çoğunun sesi ya hiç duyulmuyor, veya cılız bir mırıltı geliyor kulaklarımıza.

Her bir Türk vatandaşının sorgulanmasının ardından pek çoğuna vize verilmediğini anladığımızda annemle korkudan parmaklarımızı kemirdik, ya bize de vermezlerse diye. Hele bir tanesi vardı ki, herkezi geri çeviriyordu, ona düşmeyelim diye dua ettik. Sıra bize geldiğinde korkulan olmuştu. Üçümüz gittik camlı bölmeli sırat köprüsüne. Kel kafalı, gözlüklü, ince yapılı Amerikalı sordu:
- İngilizce mi, Türkçe mi?

Yani demek istiyor ki sizi sorgulayacağım, hangi dilde kendinize güveniyorsunuz, görün bak ben Türkçe'me kendi ana dilim kadar güveniyorum. Ben şirinlik olsun diye 'İngilizce başlayalım mı?' dedim gülümseyerek; karşı taraf ifadesiz gözlerle bile bakmadı suratıma. Dosyalardan birini biraz inceledikten anneme 'Kızını mı görmeye gidiyorsun?' diye sordu, İngilizce. Annem kısa bir şaşkınlıktan sonra 'yes' diyerek açıklamasını yapıyordu ki kağıtları damgaladığını görüp annemin koluna bir dirsek attım, hadi iyisin gibilerden. Sonra öteki dosyalardan birine geçerek 'Ablan mı kardeşin mi?' diye sordu bana. Ben de sadece 'Kardeşim' dedim. Zaten ne olduysa ondan sonra oldu. Adamcağıza bir sempatiklik geldi ki sormayın; espriler yaptı, hatta alenen gülerek sordu sorularını! Şaşkın şaşkın, umut dolu ama şımarmadan yanıtladık; ne olur ne olmazdı. Benim kağıtlarımı da damgalarla süsledi. Geriye aşkımın sorgusu kalmıştı. Hiç soru sormadan dosyadakileri inceledi, inceledi, inceledi. Kara delik gibi bir sessizlik. Ben daha fazla dayanamayarak, biraz da önceki samimiyetimize dayanarak 'O benim kocam' dedim. Başını ağır ağır kaldırıp baktı bir süre, sanki yüzümden, gözlerimden bir şeyler anlamaya çalışırcasına. Sonra kocaman bir kahkaha patlattı ve ağzından şunlar döküldü damga sesi eşliğinde:
- E tamam o zaman, niye baştan söylemedin ki!

Aktarmalı ve uzun bir yolculuktan sonra Providence'a, kardeşime ulaştık. Bu uzun yolculukta beni en çok korkutan şey daha bir kaç gün önce tanısı konmuş olan migrenimin tutmasıydı. Ne kadar şanslıydım ki bu olmamıştı; zaten hep tanrının sevgili kulu olduğuma inanırdım; tıpkı çocukluğumuzdan beri annemin hem kendisi, hem de biz kızları için söylediği gibi.

Arkası yarın...ya da tekrar yazacak kadar uzun oturabildiğim zaman :)

2 yorum:

  1. Benimde unutamadigim ailece 1990 senesindeki ilk Amerika maceramiz. Kizimizi Florida'ya götürecegiz. Havaalanina cok gec kaldik, ben aylar öncesinden PAN AM sirketinden biletlerimi almisim, hatta kiralik araba isini bile halletmisim, ucagi nerdeyse kacirdik kaciriyoruz. Havaalanina 3 kisinin bir kosusturma ile girisimi vardi ki tam film. Neyse ben PAN AM ariyorum board'ta ama yok onun yerine TWA var. Ben ucagi kacirdik üzüntüsü ile renk vermeden TWA stand'dina gidip onlara sordum onlarda merakla bizi bekliyorlarmis cünkü PAN AM yerine biletler TWA'a aktarilmis. Bilet isini cabucak halledip bir kosu ucaga dogru 100 metre kosu rekorunu kiracagiz ailece kosuyoruz. Kizim 7 yasinda tatli bir heyecan eee kolaymi Disneyland, Universal Studio'lar anlatmisiz ki nasil tatli bir heyecan icinde sormayin, neyse ucaga yetistik bizi hemen en ön tarafa aldilar.First Class'mis...Biz tabii hayatimizda ilk defa Amerika'ya ucuyoruz sasirdik aman bu ne genis koltuklar bu ne ihtimam, sasirdik ama bilmiyoruz First Class oldugunu meger bizim ekonomi class'taki yerimizi baskasina vermisler. Neyse biz 21 gün Folrida kazan biz kepce cok güzel dolastik, dönüs günü realite ile yüz yüze geldik. Sanki bizden intikam almak istercesine bizi ucagin en arkasina ama en arkasina atmislar! Biz bir yanlislik olmasin diyoruz ama hostesler gayet sakin ' yooo yeriniz burasi diyorlar. Caresiz yerimize oturduk, bu ne SIKISIK koltuklar, bu yemekler ne böyle...Olayi daha sonra anladik tabii.
    Saglicakla kalin.

    YanıtlaSil
  2. Yazınızı okurken havaalanında anne-baba-çocuk üçlemesinin koşturmasını canlandırdım gözümde. Kusura bakmazsanız çok eğlendiğimi itiraf edeceğim :) Ama 100 mt rekorunu kıracağınız o anda benim şimdi eğlendiğim kadar eğlenmişmiydiniz diye sormuyorum :)
    Bu arada, Paris'deki Disneyland hakkında yazdığım zaman, orjinal Disneyland'la karşılaştırmasını yapalım. Paris'deki, eminim ki, devede kulak kalıyordur.
    Sevgilerimle.

    YanıtlaSil