Yarattığın dünyadan ibaretsin, ne bir eksik ne bir fazla.

19 Mayıs 2011 Perşembe

İsviçre'den yaşam notları

Yılmaz Özdil, 'Hayaldi gerçek oldu' yazısında akepenin seçim reklamlarını anlatmış.


Ve demiş ki: Sanırsın İsviçre.


Biz de aşkımla Yılmaz Özdil acaba doğru mu yazmış diye
kalktık geldik İsviçre'ye; birkaç gündür burada ortam incelemesi yapıyoruz.


Şaka bir yana, gerçekten de İsviçre'deyiz. Seyahat detaylarını başka bir yazıda anlatırım da, önceliğim Recep Akdağ'ın görme engelli geçici işçi Nurullah Mehmetoğlu'na söyledikleri olacak. Şaşırdım desem, kızdım desem yalan, bu kadarını beklemezdim desem yine yalan. N. Mehmetoğlu'nun şahsına olmasa bile, layığını buluyorsun Türkiye. Bu arada kurunun yanınında yaş da yanıyor ayrı...


Recep Akdağ'ın özürü kabahatinden büyük açıklamasında söylediği gibi 'nezaket sınırları' içinde geçen konuşma şöyle:

"Gözlerin görmediği halde sana iş vermişiz. Para kazanıyorsun değil mi? O taşeron şirketlerde çalışarak para kazanacaksın hadi bakalım."

Satır aralarında gizlenmiş anlamların tercümesini sonraya bırakıp, İsviçve'nin her tür vatandaşına reva gördüğü 'nezaket sınırları'na geçeyim şimdi.


Eski şehir denilen bölümler hariç, yollar dümdüz; oralarda yollar arnavut kaldırımı. Bir tek engebe, çukur, kazılıp bırakılmış noktacık bile göremedim. Kaldırımlar neredeyse caddeyle aynı hizada, bazı yerlerde dört parmağımı geçmeyen yükseklik yapmışlar. Ama oralarda da mutlaka caddeye hemzemin olan yerler var. Maksat tekerlekli sandalye, çocuk arabası, bisiklet vb kullananlar zorlanmasın.


Şehir içi ulaşım genellikle tramvaylarla sağlanıyor. İki tür tramvay var: birincisi herkesin kullanabildiği, ikincisi ise özürlüler için uygun olan tramvaylar. Bunların basamakları duraklarla aynı hizada, yani basamak çıkma derdi pek yok. Kapıları daha geniş. Birini kaçırdın mı sorun değil, en fazla 10 dakika sonra aynı güzergah için yenisi geliyor; banklarda otur bekle. Sokaklarda her yerde metre başı banklar var, yorulduğun yerde dinlen.


İnsanlar gerçek 'nezaket sınırları' içinde davranıyorlar, konuşuyorlar. Hele özürlüysen, öncelik sende; sanırsın Allah'ın emri. Acele ettiğini gördükleri an, seni uyarıyorlar: "Take your time", yani acele etme, ben beklerim, panik yapma, rahatına bak falan gibilerinden.


Amerika'da yaya adımını yola attığı an araçlar yavaşlar ve durur ya, İsviçre'de daha kaldırımdayken yol vermek için duruyorlar. Öyle ki, karşıdan karşıya geçerken ne sağına ne soluna bakan bir tane bile eşref-i mahluka rastlamıyorsunuz. Bir seferinde daha adımlarımı hazırlamamıştım sürücü 10 metre öncesinde durdu. Biz de adama geç işareti yaptık ki beklemesin boşuna. Adam şaşırdı. Yoğun ısrarlarımız üstüne geçmeyi kabul etti! Arkada bekleyenler de korna falan çalmadı! Bu, karşıdan karşıya geçtiğin her seferinde böyle. İsviçreli yayalar arabalara yol vermiyorlar, arabalar yayalara yol veriyorlar; şaka gibi!


Köründen tekerlekli sandalyelisine, koltuk değneklisinden bastonlusuna, gencinden yaşlısına, hamilesinden ikiz bebeklisine kadar herkes şehrin her yerinde sokaklarda...


Kendi ülkemde evimin önündeki kaldırımda zor bela yürürken, İsviçre'de toplu taşıma araçlarını kullanma özgürlüğünü elde ettiğim için, ülkem adına bir kez daha EZİLDİM...


Ama dedim ya, yaptığın seçimle layığını buldun Türkiye...


Şimdi önünde bir fırsat var. Daha iyisine layık olup olmadığına karar verecek olan senden başkası değil, bunu unutma!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder