Yarattığın dünyadan ibaretsin, ne bir eksik ne bir fazla.

15 Nisan 2010 Perşembe

Sorgula(ma)yan insanlar ile aç ve açıktaki insanlar

''Sorgulayan nesil istiyoruz''. Çok uzak bir galaksi.  Bu galaksideki gezegenlerden biri. Bu gezegende bölgesel lider olan bir koloni. Bu koloniye bağlı en büyük kentin eğitimini öğretimini takipten sorumlu müdür. TEKEL miydi, MEKEL miydi ne bir kurumun varmıştı ya, bunun işcilerine destek verdikleri gerekçesiyle okuldan atılan bir grup gençlik hakkındaki soruları yanıtlamaya başlamış böyle diyerek. ''Biz'' diye sözlerine devam ederken,
''Yeni nesilde soran, sorgulayan insan yetiştirmek istiyoruz. Bunlar okul içinde kalan şeyler olmalı. Çocuklar zaten pişmanlıklarını belirten bir dilekçeyi okula vermişler.'' diye konuya son noktayı koymuş. Olaya daha geniş çerçeveden bakmak gerektiğini de vurgularken; aklından, imparatorluğa bağlı senatonun iki üyesinin, muhaliflere yönelik 'fişleme' ve 'kanı bozuk'lukla ilgili kurdukları ve meğer tamamen yanlış anlaşılan cümleleri yüzünden resmi etkinliklere katılmama gibi hayli sert bir cezaya çarptırıldıklarında, pişmanlık dilekçesi verip vermedikleri düşüncesini, atom parçacıklarına ayırmak üzere ışın kılıcını savurdu.



Tam da düşünce atom parçacıklarına ayrıldığı sırada, gezegenin çok da uzak olmayan bir yerlerinden, eskiden bir Kunta Kinte olduğunu açıklayarak, nereden baksanız kolonideki halkın %80'iyle bir zamanlar - çok kısa bir zaman da olabilir- aynı seviyede olduğunu beyan ettiğinden dolayı halkı gözyaşlarına gark etmiş olan, koloninin civanım delikanlısının ikinci Velev ki Zaferi haberleri geldi. Sokaklar bayram yerine dönmüştü ki, soran-sorgulayan olmaması gereken eski nesilden bazı senato üyelerinin sorup-sorgulayacağı tutmasın mı! Konu aslında basitti, kendileri boş kağıtlara imza atmışlardı ya sonradan yeni anayasa metinleri belirivermişti hani o
kağıtların üstünde, yaşca olmasa da mevkiice büyüklerinin hiçbirinin imzaları yoktu sanki bu metinlerin altında, yanında, sağında solunda, kısacası hiçbir yerinde. Acaba kuruyunca uçan mürekkep kullanmış olabilirler miydi, diye umut dolu bir soru balonu belirdi tam tepelerinde. Gerçi sorgulamalarının sonuçlarına katlanma konusunda da emin değillerdi ya, neyse. Coşkulu kalabalıklar bu kişilere, neden durduk yerde neşelerini kaçırmaya çalıştıklarını soracaklardı ki, bunun da bir sorgulama olabileceği akıllarına düşünce, korktular; eğlenmeye coşmaya bıraktılar kendilerini.

Onlar coşarken, hem gezegende bölgesel lider olan koloninin civanım delikanlısının yardımcılarından biri olan, hem de  koloniyi yöneten iktidar partisinin kurucuları arasında yer alan senato üyesi memleketi Manisa kentinde 'Lokma' isimli şarküterinin açılışını yaparken, verilen hediyeyi beğendiğini 'bugünkü azığımızı da çıkardık' sözleriyle beyan edince, açlar ve açıktakiler 'acaba biz de bi bakkal makkal açılışı yapsak, biz de azığımızı çıkartır mıyız?' diye umutlandılar. Düşüncelerine soru işaretini henüz koymuşlardı ki, zihinlerinde eskinin Kunta Kinte'si olan koloninin civanım delikanlısının haşmetli sesi yankılandı. Volümü biraz kısınca ne dediği daha iyi anlaşılıyordu: ''İnsanların muhtaçlarla paylaştığı lokma emanettir, namustur. Emanete el uzatanın yatacak yeri yoktur.'' Önce hak verdiler; sonuçta bakkal dediğin de elindekileri muhtaçlarla paylaşmaktaydı, karşılığında para alması ne gam! Açlar ve açıktakilere açılışta verilecek olan azık ise emanet ve namus olacaktı. Bunlara el uzattıkları için yatacak yerleri olmayacaktı! Hii, amman, allah korusun, tövbe, yazdıysa bozsun duaları arasında geç de olsa fark ettiler ki, onlar zaten aç ve açıkta olanlardı; yani yatacak yerleri şimdi de yoktu, gelecekte de olacağa benzememekteydi. Dolayısıyla bakkal açılışı yaparken alacakları hediye azıkların hayalini kurmaları da dinen caizdi.

Açlar ve açıktakiler dinen caiz olan hayalle karınlarını doyuradursun, dört mevsimin hep birlikte yaşandığı,  handiyse üstünde hiçbir gezegenin gölgesinin olmadığı koloninin üç bir yanını bir mırıl mırıl havadis sardı kapladı. İnsancıklar, sanki sihri kaçmasın diye kulaktan kulağa yaymışlardı, ama çocukların oynadığı kim, kiminle, nerde, nasıl oyunundaki gibi abukluklar olmamıştı. Ne de olsa, kocaman insancıklardı bunlar. Fısıldanan havadis koloninin önemsiz ve acil olmayan sorunlarından biri olsa da, kimsecikler şakayı kakaya çevirmeye cesaret edemedi. Herkes birbirine çok ama çok güvenilir bir kaynaktan aldığını söylüyordu bu mırıl mırılı. Gerçekten de öyleydi. Kaynak, eskinin Kunta Kinte'si civanım delikanlının ta kendisiydi. Havadis ise, işsizlikle ilgiliydi. Eskinin Kunta Kinte'si olan civanım delikanlı, kolonideki işsizliğin sanal olduğunu buyurmuştu; kanun hükmünde ferman da yoldaydı, geliyordu.

İnsancıklar, sihri kaçmasın diye fısıl fısıl haberleşedursunlar, 'sanal ne ola ki acep?' diye bir merak aldı. Bir şey değil, yüksek sesle sorsalar sihiri kaçabilirdi ve bunu da hiç kimse göze alamazdı. Yine fısıl fısıl sordular birbirlerine. Koloninin, dikdörtgen şeklini tamamlayan dördüncü tarafından geldi aradıkları yanıt. Sanal demek, izafi demekti, farazi demekti. Daha açık söylemek gerekirse, diyordu koloninin dördüncü tarafı, gerçekte var olmayan, varlığı zihinde tasarlanmış demekti sanal; ve diğer üç tarafa buna inanmamalarını öğütlediler. Ama öğüdü tutan kim! Koloninin üç tarafı, madem işsizlik sanal, yarından tezi yok, sabah kalkıp işe gitmek gerek, diye düşündü. İşe gideceklerdi ki, para kazansınlar, bebelere süt, ekmek, okuyanlara kitap alsınlar, yüksek öğrenim sınavına girecek çocuklarına otobüs bileti, otel parası verebilsinler.

Ertesi gün sabah, lafın gelişi yediden yetmişe, gidişi analar babalar, herkescikler işe gitme telaşındaydılar.

ARKASI Bİ ZAMAN SONRA...

1 yorum: