Tekerlek
Direksiyon
Fren
(Gaz)
Geçenlerde bir yerde bir konuşmasında civanım delikanlı ne gibi sıkıntılar içinde 'hükümet' ettiklerini anlatmak için, sade vatandaşa onun anlayabileceği! bir düzeyde metafor yaptı. Kısaca, hükümet etmeyi araba kullanmaya benzetti. Şahsen, bunun iyi bir metafor olmadığını düşünüyorum. Neden mi?
Kaba hatlarıyla, kendisinin şoför olduğunu ve fakat arabayı bir türlü istediği gibi kullanamadığınından yakınıyordu. Yakınması NŞA (normal şartlar altında) çok anlamsızdı; Anayasa Mahkemesi tarafından laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu söylendiği zaman, aslında 'arabayı istediği gibi kullanamayacağı' da söylenmiş olmuyor muydu? Ayrıca, sadece o değil, hiçkimse 'arabayı istediği gibi kullanamaz.'
Trafik kanunlarına aldırmayan, yasaları hiçe sayan, dikkatsiz, dediğim dedik, her durumda 'yol benim hakkım' diyen, diğerlerinin hakkını tanımayan bir sürücü... Diyeceksiniz ki Türkiye böyle sürücülerle dolu, polis ehliyetine el koyuyor, arabasını bağlıyor, ama sürücü yine de vazgeçmiyor, başka bir vasıta bulup, aynı bakış açısıyla onu kullanmaya devam ediyor. Doğrudur, böyle sürücülerimiz çoktur. Kimisi aşırı hızdan, kimisi herhangi bir başka nedenle arabanın kontrolünü kaybederek, arabada başka yolcu olmasa bile yandaki, öndeki, arkadaki araçlarda bulunanların hayatını tehlikeye atar. Aynı arabadaki yolcular, yaklaşmakta olan kazayı öngörerek, önce şoförü uyarırlar, olmadı müdahale ederler. Öyle ya, şoför 'gaz verdikçe veriyorsa', ve karşıdan gelen TIR'la çarpışmanız kaçınılmaz ise, refleks olarak ne yaparsınız? TIR'la can ciğer kuzu sarması olup kefen giymektense, arabayla takla atarak hayatta kalmaya çalışmaz mısınız?
Aynı konuşmasında, muhalefetten yazarlara kadar herkese-herşeye çatan civanım delikanlı, yargıyı da boş geçmemişti. Bu noktada aklıma derhalinden, sevgili arkadaşı, kankası, oğlunun nikah şahidi ve 'mevkidaşım' demesi gerekirken, 'meslekdaşım' dediği Silvio'nun kendi ülkesinde yaşadıkları ve söylemleri geldi. Hatırlatayım, İtalya'da Anayasa Mahkemesi, cumhurbaşkanı, başbakan, senato ve meclis başkanlarına görev süresince dokunulmazlık hakkı tanıyan yasayı anayasaya aykırı olduğu için iptal etti. Böylece, Başbakan Silvio Berlusconi hakkında açılan ama askıya alınan yolsuzluk ve rüşvet davalarının da yolu açıldı. Sonrasında ne mi oldu? Buyrun:
- Silvio Berlusconi, 15 üyeli Anayasa Mahkemesinin 11 üyesinin 'solcu' olduğunu söyledi. (Bunun üstüne ben ne söylesem boş!)
- Yargı mensupları hükümetin 'Adalet Reformu' adı altında Berlusconi hakkındaki davaları düşürebilecek bir dizi yasal düzenleme yapma girişimini protesto etti.
- Adli yıl açılış törenlerinde başta yargıtay, yüzlerce yargıç ve savcı, adalet bakanlığı yetkililerinin konuşması sırasında salonları boşalttı. Yargı mensubu örgütleri, Berlusconi'nin tehditlerini dinlemekten usandıklarını açıkladı.
- Adalet Bakanı Alfano ise, 'tüm engellemelere rağmen' reformu hayata geçireceklerini söyledi. (Bana bi tanıdık geldi ama...)
- Berlusconi, yargı mensuplarını, 13 Aralık'ta Duomo meydanında kendisine katedral heykelciği fırlatan Massimo Tartaglia'ya benzetti.
- İtalyanlar, Başbakan'a fırlatılan heykelcik sonrasında 'Bu nefret iklimine nasıl geldik?' tartışmasına başladılar. (Bu da çok mu tanıdık ne?)
- İtalyan muhalefeti Başbakan'ı 'kurumsal terörizm'le suçladı. Ülke kurumlarını istikrarsızlığa sürüklediğini öne sürdü. Başbakan'ın yargı mensuplarına karşı sürdürdüğü savaşın, hem ülke hem de vatandaşlar için ciddi tehlike olduğunu söyledi.
- Berlusconi, hakkında yeniden açılan yolsuzluk ve rüşvet davalarının yargının bir komplosu olduğunu savundu.
- Merkez sağ, Başbakan'ı dava kıskacından kurtarmak için yeni yasa tasarıları üstünde çalışıyor. İlki, davaların en geç 6 yıl içinde karara bağlanmasını zorunlu kılan yasa tasarıs; bu kabul edilirse, davalar otomatikman düşmüş olacak. İkinci hamle ise, iptal edilen dokunulmazlık yasasını, gerekli Anayasal değişiklikler eşliğinde yeniden yürürlüğe sokmayı amaçlıyor.
- Berlusconi, 'Hükümeti devirmek isteyen yargıçlar var. Sivil savaşın eşiğine doğru gidiyoruz. Beni devirerek, halkın iradesini tersine çevirme peşindeler.' dedi. (Her ülkenin farklı bir 'devirme' kültürü olmasaydı hayat çok sıkıcı olmaz mıydı?!)
Neydi o söz, 'Bana arkadaşını söyle...' diye mi başlıyordu ne?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder