Yarattığın dünyadan ibaretsin, ne bir eksik ne bir fazla.

18 Ocak 2011 Salı

Bertaraf olmak ve Galatasaray

Çok sevgili bir arkadaşım, Zeynep aradı bugün, naber demek için. İyiliklerden kötülüklerden bahsettikten sonra canının çok sıkkın olduğunu söyledi. Hayırdır, diye sorunca başladı anlatmaya.


Sıkkınlığının sebebi, yeni Ali Sami Yen'in açılışında yaşananlarmış.


Farkındaysanız inceden bir protesto olayım söz konusu yeni stadın adıyla ilgili. Üstelik ben Galatasaraylı bile değilim. Neyse, konumuz benim bu protestom değil, ama, o günkü protestolar.


Galatasaray taraftarı ve aynı zamanda Galatasaray liseli olan bu arkadaşım o gün oradaymış. Protestoculara 
kızmış. Rahatsız olmuş. Bunun yeri orası değildi, diyor. Güzel bir olay için, bir kutlama için toplanılmışken, protestoları doğru bulmamış.


Ben de, insanların protesto etmek için bir araya geldiklerinde polis copları, biber gazı, dayak ve göz altılarla karşılaşıldığı için, insanların, belki de bunu bir fırsat olarak değerlendirdiklerini düşündüğümü söyledim.


Bunu 'ucuza kaçmak' olarak değerlendirdi. Kısaca, 'kıçlarını kaldırsınlar, kalabalıkları toplasınlar ve öyle protesto eylemi düzenlesinler. Canlarının yanmasını da göze alsınlar.' dedi. Ya da, düzenlenen Cumhuriyet mitinglerine katılmalarını önerdi.


Telefonda konuşurken aklıma gelseydi söylerdim; burada yazayım: Cumhuriyet mitinglerine katılmak, 'Ergenekon Terör Örgütü'ne üye olmakla eş anlamlı olabiliyor. Bakınız 'Ergenekon' davası savcılarının hazırladığı belgeler. Yani, hükümeti protesto etmek isteyen vatandaşlar,


coplanmanın, 
dayak yemenin, 
biber gazıyla boğulmanın, 
göz altına alınmanın 


yanında, bir de varlığını sadece iktidar ve yandaşlarının kabul ettiği


bir terör örgütüne üye olmak suçlamasını 


da göze almak durumunda...


Ayrıca, protesto etmenin yeri ve zamanını belli bir bir takvime, kurala bağlamanın demokrasiyle uzaktan yakından alakası yok diyorum. Nasıl ki, makarna-kömür bağımlılarının oy kullanma haklarını 'demokrasi' adına ortadan kaldıramıyorsak, protestoları da, nerede ve ne zaman olduğuna bakmaksızın, 'demokrasi'nin vazgeçilmezi olarak kabul edeceğiz. 


Bu arada TOKİ'cinin konuştuklarını hiç mi hiç anlayamamışlar. Sonradan okuyunca, ona da çok kızmış. İşte bu konuşma protestoyu hak ediyordu, dedi. GS camiaasını küçük düşürdüğüne ve bir zavallıya indirgediğine inanıyor.

Sonrasında üstün müslümana da kızmış. Nasıl olur da, ''GS'ın Allah kuruşu katkısı yok'' dermiş. Hiç bir şey yoksa bile, Ali Sami Yen'in arsasının rantı var; dünyaları kazanacaklar oradan, dedi.  

En çok da Adnan Polat'a fena sinirlenmiş. Kriz böyle yönetilmez, dedi. Çıkarsın, protesto edenler adına özür dilersin ama TOKİ'ciye de insanları tahrik eden şeyleri söylediği için gerekli dersi verirsin, dedi. Üstün müslüman civanım delikanlıya yaranmak için de, 'protestocuları tespit edip stada almayacağız' dediğine inanıyor. 


Daha çok şeyler konuştuk da, özeti bu. Hatta bir de, güvenilir bir ağızdan, Hayrettin Kozak'ın açıklamasını da dinleyebilirsiniz.


Aslında şimdi düşündüm de, mesela Adnan Polat gibi sivil ve sürekli toplumun gözü önünde olan şahsiyetler, bu gibi durumlarda, gereken yanıtı verebilseler, belki diyorum belki... güç sahipleri biraz kendilerine gelebilirler. Öbür türlü şiş babam şiş. Zaten protestolar da tam bu aşamada devreye giriyor galiba. Kimse gerekli cevabı veremeyince, vatandaş diyor ki 'İş başa düştü.'


Tabii gereken yanıtı verebilmek için, 'bertaraf' edilmekten korkmayacak şahsiyet olmak gerekiyor. 


İki hatırlatma:

  • Herkes (mesela Adnan Polat), her mevkii (mesela başbakanlık-cumhurbaşkanlığı) geçicidir, kalıcı olan Galatasaray'dır.
  • Bertaraf edebilecek yegane güç millettir. İktidarınkinden ürkme, ama milletin bertarafından  aklını kaybedecekmişcesine kork! 


 









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder