Sonra okurum diyerek, çalışma odamda kanapenin yanındaki dergi yığınlarının arasına itinayla yerleştirmiştim. Yenal Bilgici'nin, kapılarını üç yıl önce açan Amsterdam Şehir Kütüphanesi'ni (OBA) anlatan yazısı için sakladığımı, dergiye şöyle bir göz atınca hatırladım. Büyük bir keyifle okudum.
Beş yıl olmuş Hollanda'ya gitmeyeli; pasaportumdan baktım. OBA'nın yeri hemen gözümün
önüne geliverdi. Ne tuhaf değil mi? Yabancı bir memlekette, daha önce hiç görmediğinizin bir binanın yerinin, şıp diye gözünüzde canlanması... Elinizle koymuşsunuz gibi bilmeniz... Bir peynircim bile vardı Amsterdam'da. Aile işletmesi. Çiftliklerinde ürettikleri peynir çeşitlerini, kendi mağazalarında satıyorlardı. Peynir almak isteyenlere orayı tarif ederdim, selamlarımı iletmelerini de söylerdim. 'Hamili kart'ın uluslararası versiyonu yani : -) Hatta, hamile kıyafeti almak isteyen bir arkadaşım, nereden bulabileceğini bile sormuştu!
Zaman ne çabuk geçiyor. 30 Ocak'ta ikinci beyin ameliyatımın dördüncü yılı oldu bile. Bir daha ne zaman gidebileceğim Amsterdam'a acaba?
''...Yalan söyleyecek değilim'' diyor Yenal Bilgici, ve şöyle devam ediyor:
''Bütün bir şehir halkının, çoluk çocuk kütüphaneye koşturmasını yadırgadım elbette. Ama inanın, yolun sonundaki birkaç taş basamağı tırmanıp içeriye sorgusuz sualsiz girdikten sonra, anlıyorsunuz. İçeride bugüne kadar kütüphane hakkında bildiklerimize meydan okuyan, kalıpları değiştiren, hatta bizi (belki Borges'i de) bir parça rahatsız eden bir şeyler var. Yeni ve tuhaf şeyler; yeni bir mimari, yeni bir anlayış, hatta yeni bir şehir var içeride.''
''Bir defa sesler var. Gürültü, hemen girişe konan ve çalmak isteyen herkesin hizmetine sunulan piyanodan başlıyor, kendilerine ayrılan katta koşturan üç-dört yaşındaki çocuklarla devam ediyor, radyo yayınıyla, konservatuar öğrencilerinin arada derede verdiği küçük konserlerle güçleniyor; nihayet teras katındaki pazaryeri görünümündeki muazzam restoranla zirveye ulaşıyor...Tiyatro salonları, okuma salonları, müzik kabinleri, merkezi radyo, müze, sergiler, hobi alanları, Avrupa Birliği merkezi gibi özel birimler, restoran, kafeler...''
30 bin metrekarelik OBA'nın benzerleri içinde Avrupa'nın en büyüğü olduğunu da yazmış Yenal Bilgici. Bunu okuyunca, yüzüm ekşidi birden. Dünya'nın en büyük adliye sarayını inşaa eden bir ülkede yaşadığımızı hatırladım. 'Adalet' için dünyanın en büyük adliye binasına ihtiyaç yok ama, kültürlü, bilgili, çağdaş, birbirine saygılı bireylerden oluşan toplum için OBA benzeri kütüphanelere gerek var.
Ne yapıp edip, Amsterdam'a OBA'ya gideyim en iyisi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder