Yarattığın dünyadan ibaretsin, ne bir eksik ne bir fazla.

27 Kasım 2010 Cumartesi

Kendim için ne istiyorsam...

Emine Erdoğan, Uluslararası İstanbul Kadın Buluşmaları adlı toplantıda bir konuşma yapmış. Düzenleyen kuruluş İKAM'in yönetim kurulu başkanı Alev Dedegil akepe İstanbul milletvekili. Toplantı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından desteklenmiş ve şimdiki kadından sorumlu Devlet Bakanı Aliye Kavaf'ın himayesinde düzenlenmiş. 

Bu toplantıyı esasen akepeli kadınlar toplantısı olarak görmek de mümkün. Yoksa, neden 
kadın cinayetlerine dikkat çeken dövizlerini, civanım delikanlı konuşurken havaya kaldıran 10 kadın yaka paça korumalar ve polisler tarafından salon dışına çıkartılırken, salonu dolduran diğer kadınlar, civanım delikanlıya ''Türkiye seninle gurur duyuyor'' tezahüratı yapsın ki?

Türk kadınının Avrupa'nın ve dünyanın bir çok ülkesinden çok daha önce kadın hakları için mücadele verdiğini ve önemli kazanımlar elde ettiğini anlatmış. Ve salondan çıt çıkmamış! Yahu hiç biriniz mi tarih okumadınız, diye sormak istiyor insan orada hazır ve nazır bulunan topluluğa? Pardon soru yanlış oldu tabii; eğitim oranı yükseldikçe, akepeye oy verme oranının düştüğünü açıklayan Pollmark'ın anketini unutuvermişim bir an...

Türk kadını en onurlu mücadelesini HAYATTA KALMA  hakkı için kurtuluş savaşıyla vermiştir. Kurtuluş Savaşı'nda Mehmetçiklerle saf tutmuş, elinden ne geliyorsa ardına koymamıştır. YAŞAMA hakkı, aslında, Avrupa ve dünyanın birçok ileri ülkesinde, çok uzun yıllardır mücadele gerektirmeyen bir haktır. Bugün, hala aynı hayatta kalma savaşını veren milyonlarca Türk kadını olması, esefle kınanacak bir durum değilse, nedir bilemedim. Bakınız ikinci paragraf.  

Biraz tarih dersi gibi olacak ama, anlaşılan hatırlatmakta fayda var. Eski Türk devletlerinde kadınlar, aile hayatında, devlet yönetiminde ve mirasta hak sahibiydiler. Osmanlı döneminde islamiyetin etkisiyle ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi hayatta sıfır etkisi yaratan bir mahluğa indirgendiler; örneğin, 18. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı topraklarında hala köle ve cariye olarak 'satılmaları' devam ediyordu. Herhangi bir kadın hareketinden bahsedilecek olsa bu, 19. yüzyıl ortalarından itibaren Batı dünyasındaki gelişmelere paralel olarak başlamıştır; öyle çok önceleri falan değil yani. 

Hatırladığım kadarıyla, 
  • kadın-erkek eşitliğini sağlayan (ailede, mahkemelerde tanıklık yapmada, miras ve boşanmada, vs) 
  • resmi nikahı zorunlu kılan
  • tek eşle evlilik esasını getiren
  • kadınlara istediği mesleğe girebilme hakkını veren
743 sayılı kanun 1926'da yürürlüğe girmişti. 1 Ocak 2002'de yenilenmişti ama, yukarıdakilerden geri adım atıldığını hatırlamıyorum. Fakat bugün geldiğimiz noktada, kadın-erkek eşitliğini kabul etmeyen bir başbakan var! Ve, üç eşli olup niyetinin dörde kadar gitmek olduğunu açıklayan Ali Yüksel'i kendisine danışman yapıyor! Resmi nikahlı eşinden hariç, imam nikahlı eşleri olan iktidara mensup milletvekillerinin varlığı biliniyor! (Abdullah Gül gibi yaptım, gugıldan baktım.) Ve kızlarımız-kadınlarımız hala bir koyun parasına alınıp, satılıyor; sanki 18. yüzyılda zaman durmuş gibi! 

Yukarıdaki medeni kanunu da içeren, 1926-1934 yılları arasında yapılan Atatürk devrimlerinin sonucunda Türk kadını hak ettiği değere kavuştu ve kendini buldu. Bugün zaten elimizin altında olduğu için değerini unuttuğumuz seçme ve seçilme hakkının, Fransa, İtalya ve İsviçre gibi Avrupa ülkelerinden önce gerçekleştiğini aklımızdan çıkarmayalım.

Emine Erdoğan'ın konuşmasındaki '..demokrasinin, değişimin, modernleşmenin bu ülkede mümkün olduğunu gösterdik.' sözleriyle hangi demokrasiden bahsettiğini anlamamakla(!) birlikte, 'değişim'i 'bu ülkede', yani Atatürk'ün kurduğu bu ülkede mümkün kıldıklarının hakkını vermek gerek. 'Modernleşme'nin anlamını da, 'modern' diyebileceğiniz ülkerle, şimdiki Türkiye'yi kıyaslayarak bulursunuz, herhalde.   

''...Kendimiz için ne istiyorsak, 
aynısını dünya kadınları için de istiyoruz.''

tümcesinden sonra, bu konuşmayı dinleyen(!) dünya kadınlarının ne düşündüğünü duyar gibi oldum ;-)) 

2 yorum:

  1. Dikkatli bir arastirma öncesiyle pekistirilmis, güzelce hazirlanmis ve sonuc olarak da bir o kadar güzel sunulan yaziyi insan okumaya doyamiyor. Özenle hazirlanmis bir ev böreginin agiza alinan ilk lokmasinda hissedilen tad misali bir yazi bana göre.

    Bu cok güzel yazini okuduktan sonra icimi ister istemez üzüntü kapsadi...Konusulan konu, konusan, kadinlar, ATATÜRK...

    YanıtlaSil
  2. 'Ev böreği' benzetmenize bayıldım :)) Çok teşekkürler

    YanıtlaSil