Yarattığın dünyadan ibaretsin, ne bir eksik ne bir fazla.

15 Aralık 2011 Perşembe

Biliyo musun, Osmanlı'da iki cumhuriyet vardı?

Zaman'dan Mustafa Armağan'ın 13 Kasım'daki yazısı var aşağıda. İçinizi kıymadan, derin nefesler alıp vererek, sonuna kadar okuyun. En altta da yazından ben ne anladım onları yazdım. Hadi kolay gele.


Osmanlı'da cumhuriyet vardı, hem de iki tane!

Geçenlerde bir caddede "Cumhuriyet 88 yaşında" afişleri arasından geçerken aklımızın ne kadar güdük bırakıldığını, her ne varsa 1923'ten başlatan sakat anlayışın iç ipliğimize kadar sirayet ettiğini görüp hüzünlendim.

Hem köklü ve iftihar edilecek bir tarihimiz olduğunu söyleyeceğiz, hem de neredeyse "insan"lık katına terfi edişimizi en kaba iplerle Cumhuriyet'e bağlayacağız. İşte bu olmadı beyler!

Olmadı, zira en azından Osmanlı tarihine biraz dikkat ettiğinizde Cumhuriyet 
fikrinin 1923'ten 220 yıl önce ortaya atıldığını göreceksiniz. 1703'te Çalık Ahmed adlı bir yeniçeri ağasının Osmanlı'da hanedanlıktan vazgeçilebileceğini ve bir "cumhur cemiyeti" kurulabileceğini söylemesi (bkz. Naima Tarihi) yeterince anlamlı bir olay değil midir ki dikkate alınmıyor. Keza Dubrovnik Cumhuriyeti'nin 19. yüzyıl başına kadar Osmanlı Devleti bünyesinde varlığını bal gibi sürdürdüğünü, hatta bu 'Osmanlı cumhuriyeti'nin kapısına kilit vuran zatın, modern Avrupa'nın kurucusu olan Napolyon Bonapart olduğunu söylememiz de sesimizi duyurmaya yetmiyorsa buyurun bir başka kanıt:

Osmanlı Devleti bünyesinde yeni bir "cumhuriyet" kurulmasına izin vermiş ve kısa ömürlü de olsa cumhuriyeti içine sindirmeyi bilmişti.

Newton'un kafasına elma düşünce yerçekimi kanununu bulduğu efsanesi gibi, Cumhuriyet'in de 1923'te tek bir kişi hariç kimsenin aklına gelmemiş olduğunu zannedenler bakalım ondan 123 yıl önce ilan edilen bu cumhuriyete ne diyecekler?

Osmanlı'ya uzaylı gibi bakanlar

Osmanlı tarihine keşke sadece uzaylı gibi baksalardı, ona razıydık. Hem uzaylı gibi, hem de düşmanca bakmışlar. Özellikle son yılları itibarıyla Osmanlı'nın aleyhine kullanılabilecek bütün veriler seferber edilmiş, lehine yorumlanabilecekler de ya görmezden gelinmiş ya da çarpıtılarak aleyhine çevrilmiştir. Misal mi? Buyurun, Georgetown Üniversitesi'nden Kahraman Şakul'un "Osmanlılar Fransız İhtilali'ne karşı" başlıklı ezber bozan çalışmasına göz atmaya ("III. Selim ve Dönemi", İSAM, 2010, s. 255 vd.):

"Osmanlılar ve Ruslar tarihlerinde ilk defa ittifak kurarak ortak bir filoyla Fransız işgalinde tutulan Yedi Ada'yı ele geçirip
"Cezayir-i Seb'a-i Müctemia Cumhuru" adında bir cumhuriyet kurmuşlardı. Bu adalarda Osmanlı tabiiyetinde ve Rus korumasında kurulan cumhuriyet idaresi varlığını 1807'ye kadar korumuş, bu sırada Osmanlılar Adriyatik'te Fransızlara karşı senelerce filo gezdirmiş, cüz'î miktarda da olsa İtalya'ya paralı askerler göndermiş, Osmanlı donanması Ankona ve Otranto gibi İtalyan şehirlerinin Fransız işgalinden kurtarılmasında görev almıştı."

Demek ki, bizim battı bitti dediğimiz yıllarda Osmanlı Devleti Akdeniz'de Rusların desteğiyle bir cumhuriyet kurmuş, Adriyatik'te filo yüzdürmüş, İtalya'ya paralı askerler göndermiş ve asıl önemlisi, Fatih zamanında fethedilen Otranto'ya asırlar sonra yeniden asker çıkarmıştı. Bu hiç de alışık olmadığımız Osmanlı resminin yanına TTK'nın Osmanlı Tarihi'ni yazma görevi verdiği Enver Ziya Karal'ın Osmanlı'nın dünyadan habersiz olduğunu ispatlama çabalarını koyarsanız mevcut tarihin bizi nasıl bir hapishaneye tıkmak üzere kurgulandığını anlamaya başlarsınız.

Güya Osmanlılar o kadar ahmakmışlar ki, Napolyon'un Mısır'a saldıracağını akıllarına sığdıramamışlar ve saf saf Mora veya Arnavutluk'a saldırmalarını beklemişler. Ali Efendi'nin raporlarından bu sonucu çıkaran Prof. Karal'ın belgeleri çarpıttığını ileri süren K. Şakul, orijinal belgede Ali Efendi'nin kendi fikrini değil, Fransa Dışişleri Bakanı Talleyrand'ın görüşünü aktardığını, oysa Karal'ın bunu Osmanlı elçisinin kendi görüşü olarak yansıttığını zarif bir tarzda yakalıyor.

Bu çarpıtma E. Z. Karal eliyle bizim tarihçiliğimize, Bernard Lewis eliyle de Batı tarihçiliğine transfer edilmiş, böylece etraflarında olan bitenlere aval aval bakan bir Osmanlı resmi, tarih galerimizin en görünür yerine asılmıştır. Lakin genç araştırmacılar, tarihimizin özgürleşmesine ve gerçek yerine oturtulmasına var güçleriyle çalışmaktalar. Var olsunlar.

Osmanlıların en güçlü oldukları zaman dahi alamadıkları bazı ada ve kalelere asker çıkarıp ay-yıldızlı bayrağı astıklarını öğrendiğimiz bu seferler sırasında Napoli'ye çıkıldığında çok ilginç bir olay cereyan etmişti. Napoli, halkı arasında asker bulunmadığını görünce Osmanlı "Kapudane"si, 600 İtalyan bulmuş ve bir belgede geçtiği gibi onlara "ehl-i İslam kisvesi giydirüp beraber istihdam etmiş"ti. Yani İtalyanlara Osmanlı askeri kıyafeti giydirip asker yapmıştı. Üstelik bizim şaşırdığımız bu hale Sultan III. Selim hiç şaşırmamıştı.

Dr. Şakul'un dikkatimizi çektiği bir başka olay da ilginçtir. "Şehper-i Zafer" adlı gemisiyle Ankona kuşatmasına katılan "başbuğ" Sofalı İbrahim Ağa, Ömer Seyfeddin'in kalemine düşse harika bir hikâye çıkaracağı kesin olan bir macera yaşamıştır. Kuşatma sırasında askerin firar etmemesi için İstanbul'dan gönderilemeyen maaşlarını, Rus komutanın kefaletiyle borç aldığı 10 bin İspanyol Riyali'yle ödemiş ama devletten izinsiz aldığı bu para kendisine geri ödenmeyince perişan olmuş, "han köşelerinde sefil" düşmüş, Bâbıâli'ye yazdığı mektupla yardımcı olmalarını istemişti. Bu paranın çok azı kendisine geri ödenince hastalanmış ve görevine devam edemez olmuştu.

Aynı yazıdan ilk "modern" Osmanlı hastanesinin daha 1799'da Korfu adasında kurulduğunu öğrenmek, modernleşme sürecine yeni bir bakış geliştirmek bakımından çok önemli. Bir tanığın ifadesiyle Korfu hastanesinde her hastaya bir yatak, 4 gömlek, 2 çarşaf vs. verilmekte ve doktorlar günde iki defa hastaları ziyaret etmekteydiler. Hatta hastalara, hastalıklarına göre ayrı yemekler bile veriliyordu.

İşte bu ilginç devirde amfibi harekâtına girişecek denli denizciliğini ilerletmiş olan Osmanlı Devleti, Ruslar ve İngilizler anlaşarak "İyonya adaları" olarak bilinen Korfu, Zenta, Kefalonya, Ayamavra, İtaki Pakso ve Çuka adalarıyla Mora ve Arnavutluk kıyılarında
Venedik'ten alınan adalardan bir "Birleşmiş Yedi Ada Cumhuriyeti"nin kuruluşuna katılmış ve yönetmişti. 21 Mart 1800'de imzalanan antlaşmayla Osmanlı himayesine bırakılan bu cumhuriyet, Rusya'nın kefaletinde bulunacak, Osmanlı Devleti'yle bağlantısı bir başka Osmanlı Cumhuriyeti olan Dubrovnik'in statüsüne sahip olacak, 3 yılda bir Bâbıâli'ye 75 bin kuruş cizye gönderecekti. Ayrıca Yedi Ada Cumhuriyeti'nin özel bir bayrağı da bulunacaktı. Üstelik bu cumhuriyetin bir de anayasası olacaktı. Nitekim bu anayasa Osmanlı yetkililerince hazırlanmış ve Yedi Adalıların görüşü alındıktan sonra padişah tarafından onaylanmıştı.

Bu bayrak elimizde. Tarih kitapları ortada. Belgeler sürekli konuşuyor. Ama nedense biz hâlâ Cumhuriyet'in 88 yıllık olduğunu törenlerle ilan etmeye bayılıyoruz. Oysa elin İngiliz'i, aslında feodal düzene geri dönüşün belgesi olan 1215 tarihli
Magna Carta'yı kralın yetkilerini kısıtlayan ilk belge diye sergilemeye devam ediyor. Bizde ise Fransa'ya "Bizim asırlar boyu koruduğumuz cumhuriyeti yıkan siz değil misiniz?" diyecek bir babayiğit aranıyor.

* * *
Benim anladıklarım:
  • Cumhuriyetin ilanına 1703, kurucusuna da Yeniçeri ağası Çalık Ahmed mi diyeceğiz? Bu durumda 1703 ve sonrasında 'padişah' olanlar (4. Mehmet'in oğulları 2. Mustafa, 3. Ahmet (Lale Devri); 2. Mustafa'nın oğulları 1. Mahmud ve 3. Osman; 3. Ahmet'in oğulları 3. Mustafa ve 1. Abdülhamit; 3. Mustafa'nın oğlu 3. Selim; 1. Abdülhamit'in oğulları 4. Mustafa ve 2. Mahmud; 2. Mahmud'un oğulları 1. Abdülmecit ve 1. Abdülaziz - 1861 yılına anca geldik, yerim dar, devamını yazmıyorum) falan hep seçimle iş başına geldiler mi demek oluyor?  Bunu kendileri, hadi onları geçtim, halk biliyor muydu? ;-)) 
  • ''Dubrovnik Cumhuriyeti''ni Osmanlının cumhuriyetleşmesi diye mi kabul edelim? Bu durumda, yazarın dediği gibi, Osmanlı'nın kapısına Napolyon'un kilit vurduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Napolyon, Dubrovnik'i yani Osmanlı cumhuriyetini bir de Fransa'ya bağlamış! Ayy, iş iyice boka sarıyor!
  •  ''Cezayir-i Seb'a-i Müctemia Cumhuru''nun kuruluş yılını ve kurucularını da cumhuriyetin ilanı diye kabul edemeyiz herhalde; çünkü o zaman Ruslar 'Biz korumasaydık Osmanlılar cumhuriyeti NAH ilan ederdi' diyebilirler. Bu da koskoca Osmanlı'ya okkalı bir hakaret olabilir ki bunu hiç kimsenin içi kaldıramaz. 
  • ''Birleşmiş 7 Ada Cumhuriyeti''nin kuruluşunu mu cumhuriyetin başlangıcı olarak kabul edelim? Bunu da yapamayız. İki sebebi var: ilki, bu cumhuriyete de Rusların kefil olmaları, yani yukarıdaki madde hala geçerli. Ruslara bir de, yazarın söylediği gibi, İngilizleri eklemek gerek. İkincisi, bu ''Birleşmiş 7 Ada Cumhuriyeti''nin ayrı bir bayrağı ve anayasası vardı demek, Osmanlı'dan ayrı bir devlet var demek. Yoksa, Osmanlı'da zaten cumhuriyet vardı, anlamına gelmez. Osmanlı'yla bu ada cumhuriyetinin arasındaki tek bağlantı, yazarında söylediği gibi, Osmanlıya askeri hizmet karşılığı haraç (CİZYE) ödüyor olmaları. 
  • Osmanlı öyle bir cumhuriyetmiş ki, anayasaları için 7 ada halkının görüşünü almış ama, hangi konu olursa olsun, kendi topraklarında yaşayan kendi halkının görüşünü almayı unutuvermiş :((  
  • Bunları yazan kişinin aklına, herhalde 'Madem Osmanlı cumhuriyet yönetimini bu kadar benimsemişti, neden - en azından 1703'ten sonra - monarşiyi kaldırıp cumhuriyeti ilan etmedi?' gibi bir soru gelmemiş. Nasıl gelsin, adam diyo zaten 'bi diil iki taneeee!'. Breh breh!
  • Fark edildi mi? Yazarın sözünü ettiği Osmanlının cumhuriyetlerinde illa ecnebiler var; Rus var, İngiliz var, Dubrovnikliler var, bi biz yokuz. Yokuz Allah yokuz...
  • Bir şey daha fark edildi mi? Yazar iki cumhuriyet diye başladı, üç örnek verdi. Yazarın Osmanlısının cumhuriyetinde nar bereketi varmış, hey mübarek hey :)
  • Yufunuz, derler yani! Demokrasinin gelişme basamaklarından olan Magna Carta için 'feodal düzene geri dönüş' demek ne demek minik kelebek? Türk tarihini tersten yazmak yetmedi, şimdi dünya tarihine el atıldı anlaşılan. Magna Carta'nın maddelerinden birini hatırlamak 'ileri demokrasi Türkiyesi' için çok önemli: 
 “Özgür hiç kimse, kendi benzerleri tarafından, ülke kanunlarına göre yasal bir şekilde muhakeme edilip hüküm giymeden tutuklanmayacak, hapsedilmeyecek, mal ve mülkünden yoksun bırakılmayacak, kanun dışı ilan edilmeyecek, sürgün edilmeyecek veya hangi şekilde olursa olsun zarara uğratılmayacaktır”
  • Yazılarda daha inandırıcı olmak için başvurulan yöntemlerden biridir alıntı yapmak. Bu yazar da ''Georgetown Üniversite'sinden Kahraman Şakul...'' diyerek bir alıntı yapmış. Yazıyı okuyanlar, Kahraman Şakul'un hala GU'nde çalıştığını sanabilir. Bu ifade tarzı aldatıcı demeyelim de yanıltıcı olmuş. Yazar, bizlere Osmanlı 'gerçeğinin doğrusunu' anlatmak için yola çıktığına göre... Tüm gerçekleri doğru ifade etmek için şöyle demeliydi: ''2009'da GU Tarih bölümünde doktorasını tamamladıktan sonra İstanbul Şehir Üniversitesi'nde çalışmaya başlayan Kahraman Şakul...''  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder