Yarattığın dünyadan ibaretsin, ne bir eksik ne bir fazla.

13 Aralık 2010 Pazartesi

'Konuş, ama konuşturma' politikası üzerine çeşitlemeler...



Füze-müzeden, maydanoza, 
wiki'den tommiks'e, 
oradan da kendini bulan üniversitelere uzanır bu yazı...

Bu yakınlarda bi ara bi füze kalkanı meselesiyle yattık kalktık. Düğmesi bizde olmazsa valla küseriz havaları falan.  Allem kallem derken, bi de baktık, füze kalkanın ülkemiz topraklarına konuşlandırılması kabul ediliyor, alkışlar, sırt sıvazlamalar eşliğinde. Bana sormadılar, kim kabul etti bunu, diye sesini çıkardın mı? Hayır. Ama senin yerine, 


belki de beğenmediğin Kemal Kılıçdaroğlu, 'Füze kalkanı' konusunun TBMM'de görüşülmesini istedi. Civanım delikanlının, ''Bunlara (muhalefetteki milletin vekillerini kastediyor) ne anlatacağız. Yeri geldiğinde TBMM'de gerekli açıklamalar yapılır. Zaman kaybına tahammülümüz yok, yapacağımız çok şey var.'' şeklindeki yanıtıyla, füze konuçlandırılması gibi, seni doğrudan ilgilendiren bi konuyu soramayacağını, konuşamayacağını öğreniverdin. İran mı, değilse kim'e, kediye, katil demeye takıldın kaldın da, yabancı kaynaklı bir askeri sistemin ülke topraklarına yerleştirilmesine onayın, sadece ve sadece TBMM'den çıkması gerektiğini unutuverdin.


Hani gün olur, yeri gelirse şayet, gerekli(!) açıklamayı yapmalarını beklerken sen, füzeden daha ölümcül bi konuyu sana soracaklarına emin olabilirsin. Dinle bak, Bülent Arınç anlatıyo: ''Türkiye'de hukukta 'bir'lik yok. Askeri Yargıtay var, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi var.  Sanki ülkeyi sivil ve askerler birlikte yönetiyor. Yargıda tekli yapıya dönmek için sorunu millete götürüp, ''Ey millet, ikili bir yapı mı istiyorsun, tek bir yargı mı istiyorsun?'' diye sormak lazım.'' Sana gelip bunu ve/veya başkalarını soracakları tutarsa, 'yaşasın, bana soruyorlar' diyerek, oğlu olunca tutup bi tarafını koparanlar gibi davranma. Sana füze kalkanı konusunda çekilen muameleyi hatırlamaya çalış. Biliyorum zor bi iş, ama dene bi. Hatırlarsan, ne yapman gerektiğini bileceksin.


Türkiye Cumhuriyeti'nin 87 yıllık ömründe ilk kez yaşanan olay da, yine ülkeni yönetenlerin, çok fazla büyütülmesini ve konuşulmasını istemediği konulardan biri. Aynı anda 3 generalin görevden alınması, Abdullah Gül'e göre, bakanların anayasal yetkilerini kullanmaları, o kadar. Bunda büyütülecek bir şey yok, konuşulmaya deymez... Sen de çalış, bakan ol, yetkini kullan kullanabildiğin kadar. 

Bu iş, yani var olan yetkilerin kullanımı çok önemli ve hassas bir konu Abdullah Gül için. Nerden mi biliyorum? Anlatayım. Aylardan Mayıs, tarihlerden 26'sı. Polemiklerden biri yüzünden, ortam yine yüksek gerilim hattına bağlamış. Millet ikiye bölüneli çok olmuş, bi fırsatını bulsa 'ötekinin' gırtlağını sıkacak kıvama gelmiş. Aç parantez, aslında üç vakte kadar Tophane'deki saldırı yaşanacak; sinyaller cayır cayır, ama... Basın mensupları, Abdullah Gül'e soruyor, bu gergin ortam için herhangi bir şey yapacak mı, diye. Verilen yanıt şöyle: ''Partileri barıştırmak cumhurbaşkanının anayasal görevleri arasında değil.'' Yeri gelmişken bir referandum yapayım:  Yeni anayasada partileri barıştırmak görevi  cumhurbaşkanına verilsin mi?


Devletin malı deniz yemeyen keriz diyen, vatandaşın parasını hüpleten, rüşvet alan, yasa dışı telefon dinleyen devlet memuruna açılan davalarda verilen ciddi cezaları 'hüpleten' yasanın da konuşulmasına gerek yok. Büyük düşünen iktidar sekiz yıldan sonra fark etti: görevi kötüye kullanmak, aslında bildiğin suçlardan diil. O zaman, bu suçlara bildiğin cezalardan vermek, abesle iştigal oluyo. Basında 'Melih Gökçek Yasası' diye de anılan tasarı için görüşmelerde, muhalefetteki milletin vekilleri 'nası yani, böyle saçma şey olur mu' diye isyan ederken, Anayasa Komisyonu Başkanı da olan Burhan Kuzu ''Fazla takılmayın, zaten biz bunlara maydanoz suç tiplemesi deriz. Önemli değildir!'' 'Önemli değildir' denilen suçları, dön paragrafın başına, bir daha oku ve anla. Tabii ki çoğunlukta oldukları için, tasarı mecliste kabul edildi ve yasalaştı. Yasanın yanlışlığı, neticeleri falan gibi ciddi konulara fazla 'takılma'. Ha, maydanozun biri çıkıp, 'Suç tipi olarak adımın kullanılması itibarımı sıfırladı, kişilik haklarıma saldırıldı' derse, bunu konuşabilirsin diye tahmin ediyorum.



Hele ki vikiliks belgelerini hiç konuşmayacaksın. Matrix'deki çocuğun 'there is no spoon'u gibi, senin için de aslında 'viki yok ki'. Kazara 'neden' diye soruyorsan, civanım delikanlı ne diyo bi dinle: ''Açıkça söylüyorum, bu iftiraları manşetleriyle, söylemleriyle yayanlar, siyaset malzemesi yapanlar da müfteridir, alçaktır.'' Gazetecisin mesela, manşetinde viki mi var, sen de 'aynı seviyesizlik' içindeymişsin, haberin ola. 'Hangi seviyesizlik' diye soruyo bak hala ya! 
Diyelim ki, muhalefette olan milletin vekilisin, 'viki' diyeceksin; deme. Egemen Bağış ne diyo: ''Vikiyi bırak, Tommiks Teksas'a bak.'' 




Zinhar konuşulmayacak konulardan biri de, şu 'beyinsiz' öğrencilerin bir takım örgütlere (Ergenekon falan gibi) kendilerini kullandırıp, polisten cop, biber gazı falan yemeleri. Yok ısrarlıyım sorucam, diyorsan keyfin bilir. Beşir Atalay'dan ''Başka bir gündem oluşsun istemiyorum.'' cevabını alırsın oturursun yerine. Hiç ağlama, uyarmıştım seni. Hele ki öğrenciysen, hiç çıtın çıkmasın. Yusuf Ziya Özcan'ın dün karşı çıktığı, bugünse 'güvenli olmayan üniversitelerde özgür düşünce olanaksız' diyerek sivil polisi üniversiteye yerleştirmesiymiş, araştırmaya yönelik bütçenin olmamasıymış, akademisyenlerin açlıktan nefesi kokuyormuş, fiziksel alt yapı yetersizmiş, eğitim sistemi araştırmacı kültürü öldürüyormuş, akademisyen başına düşen yıllık yayın sayısı 0.63'müş (1 bile değil yani!), sanayi ve üniversite işbirliği yokmuş, bırak bunları! Bak, üniversitelere rektörleri atayan Abdullah Gül ne diyo: ''Artık üniversitelerimiz kendilerini buldular.'' Sistemi sorgulayan üniversite öğrencisinden hayır mı gelir memlekete...   


İktidardakiler, her fırsatta, memlekette düşünce ve ifade özgürlüğü olduğunu iddia ediyorlar ya... Bu durumda, özgür düşünebilen vatandaşlarının, Deniz Feneri davası ve civanım delikanlının rektörler açılımını protestosuna Allah'ın razı gelmemesi sonucu(!) bebeğini düşüren kızın haberlerine basın yasağı getirilmesini, 'ne konuş, ne konuştur, hatta unuttur' olarak algılamalarına ses çıkarmamaları gerekir. Değil mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder