Yarattığın dünyadan ibaretsin, ne bir eksik ne bir fazla.

14 Temmuz 2010 Çarşamba

İletişim için ortak gerçeklik...

Günlerden Salı (yani dün). Her zamanki gibi tedavideyim. İlk seans bitmiş, bu arada ben de bitmişim! Odama döner dönmez, her zamanki gibi, televizyonu açıyorum ve TENS tedavim için ilgili terapisti arıyorum, 'uygun olduğunuzda gelebilirsiniz, ben odamdayım' diye haber veriyorum.

Saat 12.10. Civanım delikanlı mecliste grup konuşması yapıyor. Sözü ekonomiye getiriyor, malum, geçenlerde açıklanan 'rekor büyüme'den bahsediyor. Amerika ve Çin de dahil, bütün ülkelerin büyüme yüzdeleriyle bizimkini karşılaştırıyor.


Açıklanan büyümeyi övüyor - haliyle kendi başarıları olarak gösteriyor;  farklı düşünen muhalefeti ve 'bir kısım medyayı', 'onların Türkiye diye bir derdi yok', 'onların derdi Akepeyi iktidardan nasıl indiririz', 'Türkiye küçülse zil takıp oynarlar' diyerek itham ediyor. Ve ekliyor, 'onlar doğruları söylemezler.' Ve yine ekliyor, 'ama benim halkım biliyor...' Ve bir ekleme daha geliyor 'azıcık ekonomi bilen...'

Birden aklıma Bülent Arınç'ın, taa Mayıs'ta söyledikleri geldi: ''Recep bey ekonomi bilmiyor derseniz, bunu Yunanistan'da söylerseniz başınıza taş yağar, İspanya'da bunu konuşursanız suratınıza tokat vururlar.'' Fakat halk gördü ki, Türkiye sınırları içinde söylenince, ne gökten taş yağıyor, ne de surata Osmanlı tokatı aşkeden biri çıkıyor.

Kimi hedef aldığını bilemediğim birilerini de 'onlar Türkiye ne zaman büyümeye başlasa, başına çorap örüyorlar' diye suçluyor. Ben, sen, o, biz, siz, onlar bu 'komplo' kokan cümleleri her yerde, her zaman söyleyebiliriz. Elimizde bir kanıt olması gerekmez. 'Biz' ne zaman ki böyle bir 'komplo' cümlesi kursak, hatta daha da ileriye giderek, ülke adlarını da bir bir saysak, kimse 'bize' 'İyi de dayı, hani kanıtın?' diye sormaz. Çünkü bilinir ki, elimizdeki en büyük kanıt, 'bu komplo teorisine olan inancımızdır.' Ama, aynı cümleler bir devlet adamının ağzından çıkıyorsa, iş değişir. Ya da, değişmesi gerekmez mi?

Bir de Furkan açıklamaları var. Civanım delikanlı, Furkan'ın Amerikan vatandaşlığı üzerinden 'Amerika Furkan'a sahip çıkmalıdır.' diyor. Hatırlatma yapayım: Furkan, Mavi Marmara gemisinde İsrailliler tarafından vurularak öldürülmüştü. Vurulan Türk vatandaşlarına ülkeleri olan Türkiye sahip çıkamadığı için Furkan üzerinden, Amerika olayın içine çekilmek isteniyor, denilebilir mi? Amerika'nın zaman zaman, vatandaşlarını - can güvenliği gerekçesiyle - 'seyahat etmemeleri konusunda uyardığı' ülkeler olduğunu bildiğimize göre... Yarın öbür gün Amerika, Furkan için, 'Amerika'dan yola çıkmaya çalışsaydı, biz izin vermezdik ve göndermezdik' dese...

Bir de civanım delikanlının Kılıçdaroğlu'nu ziyareti konusu var. Civanım delikanlı peşinen diyor ki 'CHP, muhalefet partisiyiz diye fikir vermemezlik yapmamalı, çünkü terör milli bir mesele.' Terör milli bir mesele de, işsizlik, istihdam, gelir dağılımındaki adaletsizlik, özelleştirmeler, dış politika, yaz boz - deneme tahtasına dönen eğitim, insan hakları ve diğer konular? Bunlar milli meselelerimiz değil mi? Pekii, seçimler (genel ya da yerel) neden yapılıyor acaba? Yukarıdaki konularla ilgili, siyasi partilerden birinin politikalarını beğendiğimiz için gidip, iktidara gelsin de, bu politikalarını uygulasın diye oy vermiyor muyuz, anlamadım ki... Yoksa, sadece parti liderinin kaşı, gözü, boyu posu için mi oy vermemiz gerekiyordu!? Olur a, ömrü hayatımızda ilk kez karşılaştığımız bir durumdur, şimdiki terör örneği gibi değil yani; partililer, cumhurbaşkanı, STK'ları vs herkes biraraya gelir, fikir alışverişinde bulunur, o ayrı... Akepelilerin her zaman, her şey için dediği 'işi sulandırmak', aslında tam da bu demek değil mi yahu!

Herhangi iki kişinin 'iletişim kurması' için, belli bir miktar 'ortak gerçekliği' paylaşıyor olmaları gerektiğini aklımızdan hiç çıkarmamalıyız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder