Gerçi birkaç yıl önceydi, bir propaganda gezisindeyken, koloninin muhalif vatandaşlarından bir kadın ''Yeter artık, bir huzur ver.'' diye uyarmıştı civanım delikanlıyı, ama destekçileri ''Sen her dem taze doğ, senden kim usanası'' narasını atarken, bunu hatırlayamamışlardı. Ama, bunun çok da önemi yoktu, çünkü eskinin Kunta Kinte'si civanım delikanlıyı, bıyıklı partilisi peygamber bile ilan etmekle kalmamış, aleni bir şekilde 'Biz ona aşığız' demişti. Civanım delikanlıya tapulu iktidar partisinin numunelik bıyıksız bakanlarından birisi, onca zaman sonra, ''Eşcinsellik bir hastalıktır, tedavi edilmesi gerekir.'' diyerek konuya kendince son noktayı koyduğunda, böyle bir çıkışı pek çok kişi anlamsız bulmuştu.
Tüm bunlardan bunlardan birkaç ay sonra, eskiden Kunta Kinte olan civanım delikanlı, Dolmabahçe Sarayı'nın boğaza bakan bahçesinde mangaldaki kömürlerin kor halini almasını beklerken,
kapladığı alan metrekare bazında daha küçük olmasına rağmen, etkisi metrekare bazında çok daha büyük, yüz yıllık dostu, yeni düşmanı olan koloninin yöneticilerinden birinin derdine derman olmaktaydı. Dert sahibi, civanım delikanlının vatandaşlarının, kendi kolonisini komşu olarak görmek istemediklerini ortaya koyan bir araştırmaya takılmıştı. Bizimki, derdi dinledikten sonra, düşünmeye bile gerek duymadan dermanı önerdi. Aslında feci kolaydı. Metrekare bazında etkisi daha güçlü olan küçük kolonide yapılması gereken sadece ve sadece yayın yasağı getirilmesiydi. Yüz yıllık dost, yeni düşman olan koloninin yöneticisi ilk anda kavrayamamıştı, bir örnekle açıklamasını istedi.
Eskinin Kunta Kinte'si başladı anlatmaya: Kendi kolonisinin ücra eyaletlerinden birinde bir tecavüz skandalı patlak vermişti. Okula giden bir kız çocuğu tecavüze uğramıştı, ama kimseye anlatamamıştı. Fısıltı şeklinde yayılan bu haberi duyan eyalet halkı, kıza, topluca tecavüze devam etmişlerdi; pühüü, kim bilir kaç zaman. Ücra eyaletin erkekleri bu nimeti, haklı olarak, sadece kendilerine saklamak istedilerse de, başaramamışlar; sonunda koloninin gazetelerinin bu olaydan haberi olmuştu. Tabii civanımın delikanlı da duymuştu. İşte şimdi, işin püf noktasına geliniyordu.
Önce, bu olayı yazan gazeteleri fena halde haşlamıştı. Yok canım, gazete binalarının tepesinden aşağıya kaynar su dökmemişti tabii ki de. Onun yerine, çok ama çok hiddetlenmiş gibi görüntüler verip, eyaletin belediye başkanının da belirttiği gibi, iyi niyetli tecavüzcü halk ve tecavüze uğrayanın kendi aralarında anlaştıklarını, zaten kendiliğinden çözülmüş bu olayın temcit pilavı olmaması gerektiğini hissettirdiğini anlattı. Dalgın bakışları mangalda sabitlenen yüz yıllık dost, yeni düşman koloninin yöneticisinin dikkatini çekebilmek için, eyaletin adının bundan böyle bu olayla anılmasının, bu pek sevimli, karıncayı bile incitmeyen eyalet halkının ruhunu derinden yaralayacağı gereçesiyle, kanunun kendisine verdiği yetkiye dayanarak, konu ile ilgili basın yasağı getirdiğini, nihavent makamında söyledi. Ve ekledi: ''Kanunun sana verdiği yetkiye dayanarak, sen de yapabilirsin. Yetkin yoksa, bırak ben yapayım.'' O sırada, yüz yıllık dost, yeni düşman koloninin yöneticisi, 'İyi oldu bu gerçek konu be, yoksa işin yoksa bişiler uydur konuşmak için. Şu köfteleri yakmasa bari.' diye düşünüyordu.
Adam köfteleri düşünürken, koruma görevlileri de civanım delikanlının anlattıklarını dinliyorlardı. İçlerinden ikisinin gözleri birbirini buldu. Ben deyim bir saniye, siz deyin iki, bakışları kenetlendi, kaldı. Sonra, görevlerinin gereğini yerine getirmek üzere fır döndü yine gözleri. Bakışlarının kenetlenmesine yol açan, tecavüzcü ve tecavüze uğrayanın kendi aralarında anlaşıp, olayı çözmüş olduklarının söylenmesiydi. Hayret bişeydi aslında. Üç ay kadar önce, aynı apartmanda altlı üstlü oturan bu iki çocukluk arkadaşından birinin annesi, kendi annesini de alıp ahbap ziyaretine giderken, direksiyonun hakimiyetini kaybetmiş ve çok ufak bir kaza atlatmışlardı. Allahtan kimsenin ne canına, ne malına bir zarar gelmemişti, kendi araçlarında da öyle ahım şahım bir hasar yoktu ama, polis çağırıp rapor tutturmuşlardı.
Daha geçen gün evlerine gelen bir mahkeme celbiyle neye uğradıklarını şaşırmışlardı. Koruma görevlisinin annesi ve onun annesi mahkemeye çağırılıyorlardı; annesi şüpheli, anneannesi de tanık olarak. Sorup, soruşturduktan sonra öğrendiler ki, bu koloninin bir savcısı tarafında sulh ceza mahkemesinde açılmış bir kamu davasıdır. Kendi arabalarından başka kimseye, arabaya, yola, elektrik direğine, ağaca, çiçeklere zarar gelmemişken, böyle bir kamu davası açılıyorsa, acaba tecavüzün yaşandığı yerde hiç mi savcı mı yoktu? Yoksa, onlar da kazadan sonra kendi aralarında anlaşabilecekleri birisini bulsalar, kamu davası açılmayabilir miydi? İyi de, kazada kendi arabaları, annesi ve anneannesi dışında müdahil olan kimse yoktu ki; kiminle halledeceklerdi ve kapatacaklardı konuyu? Tecavüz olayından sonra, 'Herkes görevini dört dörtlük yaptı.' diyen ücra yerin belediye başkanı, dört dörtlük derken, acaba nota vuruşlarından bahsediyor olabilir miydi? Korumakla görevli oldukları civanım delikanlı ve eşi her daim, özellike dindaş kolonilerdeki savaş ve çatışmalarda kadınların ve çocukların dramına dikkat çekerken, iki arkadaşın bu konuda bekledikleri tepkiyi vermemişlerdi ya, acaba ücra köşedeki eyalette tecavüze uğrayan kız çocuğu, dindaş olmayabilir miydi? Yoksa tecavüzcüler mi dindaş değildi; öyle ya, dindaş olmayanların hepsi zaten damgalı ahlaksızdılar, şerefsizdiler; her türlü kötülük onlardandı.
Bu arada iki arkadaşın kafasına başka bir şey daha takılmıştı. Üye oldukları gazetenin yazarlarından biri, bu tecavüzün asıl suçlusunun TV dizileri ve programları olduğunu söyleyen bir yazı yazmıştı. Demesi oydu ki, hiç bir ölçü tanımayan hayat tarzlarını doğal bir şeymiş gibi sunuluyordu bu tarz ahlaksız TV'lerde. Allah allah, diye düşünmüştü iki arkadaş aynı anda. Kendileri evlerinde, kendi seçtikleri dindar kanalların programlarını seyrettiklerine göre, koloninin bu ücra köşesindeki insanların başlarına silah dayanarak öbür tarz diziler, programlar seyrettiriliyordu demek ki. Aman ne fenaydı ya, insanın kendi rızası dışında bir şey yaptırılıyor olması. Demek ki, birileri de bu iki arkadaşa silah zoruyla bu fena dizileri seyrettirse, ilk gördükleri bebeğe, çocuğa tecavüz etmek zorunda kalacaklardı! 'Allah yazdıysa bozsun' diye düşüncelerini sonlandıracaklarken, yaşlı bir kadının çığlığını duydular:
''Yetişin a dostlar, hac paramı çaldı allahsız, vicdansız, dinsiz imansız!''
Sesin geldiği yere doğru koşanlar, takma dişleri yolun ortasına fırlamış, baş örtüsü omuzundan düştü düşecek, eteği, çorapları parçik pinçik, vajinası sperm ve kan içindeki tecavüz edilmiş seksenlik teyzeyi yerde yattığı yerde bırakıp, sapığı 'Ver lan teyzemin hac paralarını!' diye bağırarak kovalamaya başladılar. Aralarından bazıları hac parasının ne kadar olabileceğini hesaplamaya çalışırken, hesabı yapmış olanlar daha bir hızlanmış, tecavüzcüyü yakalayıp, paraları tekme tokat alıp, ne tarafa koşmaya devam edeceklerini düşünüyorlardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder