Yarattığın dünyadan ibaretsin, ne bir eksik ne bir fazla.

28 Aralık 2013 Cumartesi

'Tarafsız bir gözle' demeye kalmadı...

Aşağıdaki yazıyı yazdığımda henüz Abdullah Gül'den proof of life (yaşam kanıtı) görmemiş-duymamıştık. Bakanların istifa etmemiş, Erdoğan Bayraktar civanım delikanlıya 'İlk taşı günahsız olanınız atsın' dememiş, başka akepelilerin istifa depremi olmamış, adalet bakanı olarak Bekir Bozdağı göreceğimiz aklımıza gelmemişti. "Cemaat orduya kumpas kurdu" itirafını henüz duymamıştık, savcı Akkaş henüz Bilal Erdoğan'ı şüpheli sıfatıyla ifadeye çağırmamış ve akabinde 'Soruşturma engelleniyor' dememişti. Bilal Erdoğan babası civanım delikanlının Kısıklı'daki evine saklanmamıştı. Civanım delikanlı henüz "Yeni Türkiye'nin
İstiklal Savaşı"nı başlatmamış, yargıçlar, savcılar ve mahkemelerle birlikte - her zamanki gibi CHP'de dahil olmak üzere - herkese, her şeye 'önüme gelene bir tekme' dememişti. Ve, civanım delikanlıyı bugünlere taşıyanların bir kolu olan yabancı politikacılar ve gazeteler "Kariyerini kurtarmaya çalışıyor", "Türkiye'nin Bizans Skandalı" vb. yorumlarını yapmamışlardı...

* * *    

Birkaç adım geriye çekilelim. Geçmişteki ve günümüzdeki olaylara ve davalara, muhalif ya da taraftar gözüyle değil de yaşananların ışığında bakalım.

Karşılaştırmasını yapacağımız olaylardan/davalardan ilki olan Ergenekon davası 2008 yılında açıldı. Savcı, Zekeriya Öz'dü. Civanım delikanlı, Zekeriya Öz'e zırhlı Mercedes ve 2 koruma verdi. O tarihte hala görevde olan ve emekli olmuş yüzlerce subay (31 Temmuz 2011 itibarıyla 173'ü muvazzaf, 77'si emekli olmak üzere 250 general-amiral, subay, astsubay ve uzm. jandarma çavuş), profesörler, gazeteciler, yazarlar, sendikacılar, politikacılar ve avukatlar sabah saat 5'teki polis baskınlarıyla evlerinden alındılar. Gazetelerin, gazetecilerin 'şu kişiler de tutuklanmalı' diyerek çarşaf çarşaf listeler yayınladılar. Tutuklu kişiler ile ta Susurluk davasından, Danıştay saldırısından ve Cumhuriyet Gazetesi'nin bombalanmasından hüküm giyenler, hükümlü leski çete liderleri, çeşitli öldürme ve yaralama suçluları, çeşitli saldırılarda azmettiriciler bir araya toplanarak aynı davanın sanıkları yapıldı. Hükümet yeni bir yasa çıkardı: Tutukluların, hakime, savcıya dava açılması engellendi. Akepe, davaya müdahil oldu. Davada, pekakanın yöneticilerinden Şemdin Sakık da dahil olmak üzere, eski suçlular, katiller, tecavüzcüler gizli tanık olup, korunmaları için estetik ameliyatlarla, yeni kimlikleriyle yeni birer hayata başladılar. 2008'de ilk açılan davayı birçok dava izledi, sonunda birbiriyle birleştirildiler. Bu davalarda savcılığın dosyasındaki delillerin, delil olmadıkları yerli ve yabancı uzmanlarca kaçar kez kanıtlandı vs. 2013'de karar duruşmasında TSK'nın eski Genelkurmay Başkanı da dahil olmak üzere, sanıklar 'terörist' olarak ağırlaştırılmış müebbete varan cezalar aldılar ve dava kapandı. Bu davaların hakimlerin başlarına neler geldiğini yazıp konuyu uzatmayacağım. 

Bakalım, beş yıl süren bu davalarda -özet olarak- neler söylenmişti:

"Ben bu davanın savcısıyım."
"İtalya'da Temiz Eller'e hayran hayran bakanlar ülkemizde bu adımlar atıldığında neden rahatsız oluyorlar?"
"Temiz Eller operasyonunu yapana saygı duysunlar. Abdestinden şüphesi olmayanın namazından şüphesi olmaz."
"(Balyoz davasında 19 tutuklunun salıverilmesi üzerine) Maalesef çetenin nöbetçi hakim ve savcıları oluyor."
"(Emniyet teşkilatı için) Güvenliğimiz için çalışan hiçbir kuruma haksız, yıkıcı, tahkir ve tahrip edici eleştiri getirilmesini kabullenemeyiz. Bunun karşısında önce biz dururuz."
"(Gazeteciler Nedim Şener ile Ahmet Şık'ın tutuklanması üzerine) Biz savcı da değiliz, hakim de değiliz. Biz, yürütme olarak kolluk kuvvetleriyle sadece ve sadece yargıya yardımcı oluruz. Bir başbakan olarak yargının yıpratılmasına, yargının hedef tahtası haline getirilmesine, yargının işini zorlaştıracak beyanatlar verilmesine de razı olamayız."
"(Ergenekon soruşturmasıyla ilgili) Hukuk işledikçe bazıları rahatsız oluyorlar. Türkiye'de hukuk var. Demokrasi var. Yerleşmiş bir sistem, oturmuş kurumlar var, kurallar var. Bu ülkede fikri hür, vicdanı hür savcılar var. Türkiye'de hiç kimse kendini yasaların, hukukun, adaletin üzerinde görmemeli. Hiç kimse kendisini ayrıcalıklı, seçkin, imtiyazlı, hukuk alanının dışında bir pozisyonda görmemeli."
"Niye savcıya (Öz'e) vuruyorsun? Bırak bakalım nereye varacak bu işin sonu."
"Türkiye bağırsaklarını temizliyor."
"Dere geçilirken at değiştirilmez."
"Onlar gazeteci değil terörist."
"(Davanın her aşamasını takiben) Durun canım, daha temyiz var; durun canım daha Yargıtay var; durun canım daha ... var." vs.

Basından:

"Köyleri taradılar, köyleri boşalttılar, kardeşi kardeşe kırdırdılar, 40 bin kişi öldürdüler, terör onun için devam etti, terörden rant kazandılar."
"Fatih Camii'ni bombalayacaklardı, Yunanistan bombaladı diye propaganda yapacaklardı."
"Ergenekon davasının başlamasıyla birlikte faili meçhuller bitti, azınlıklara, aydınlara yönelik tehditler kesildi, darbe girişimlerinin önü kesilebildi."
"İşin ucu nereye giderse gitsin diyen bir irade lazım."
"(Savcı Zekeriya Öz için)Türkiye'nin Temiz Eller savcısı" 
"Halk bunu ( Ergenekon savcılarının değiştirilmesini) affetmez!" vs.

Gelelim karşılaştırmanın ikinci olayına, yani 17 Aralık'ta start alan, bakan çocuklarının da karıştığı yolsuzluk-rüşvet operasyonuna.

Savcı yine Zekeriya Öz. Şüpheliler (Muammer Güler, Zafer Çağlayan ve Erdoğan Bayraktar'ın oğulları, Halkbank G. M.'ü, Fatih Belediye Bşk., işadamı Reza Zerrab ve müteahhitler) sabah 5'teki polis baskınlarıyla evlerinden alındı. Kimilerinin evinde 6 para kasası, para sayma makinesi, kimilerinin evinde ayakkabı kutularında milyonlarca dolar vs çıktı. Tutuklanan bakan çocuklarını anneleri hapiste ziyarete gitti, baklava, börek götürdü. (Ergenekon tutuklusu Tuncay Özkan'ın kızı 15 yaşındayken babasını ziyarete gittiğinde cebinden şeker çıkınca Metris cezaevi yetkilileri tarafından soyularak aranmıştı.) Hükümet'in ilk işi polis şeflerini görevden almak (Ergenekon tutuklamalarındaki gibi dalga dalga: En son sayı 61 idi), soruşturmaya yeni savcılar atamak gibi adımlar oldu. MASAK ve TRT de nasibini aldı bu adımlardan. Savcıların, polislerin yaptıkları her soruşturmayı üstlerine bildirme zorunluluğu getirildi. Emniyet'in yolsuzlukla mücadele eden birimleri dağıtıldı. Emniyet müdürlüklerinden içeri gazetecilerin girmesi yasaklandı. Polislik ve emniyet tecrübesi olmayan (5 kaymakamlık ve Aksaray valiliği) S. Altıok, İstanbul Emniyet Müdürü olarak atandı. Muammer Güler -oğlu Barış Güler bu operasyonda tutuklandı- usulsüzlük olup olmadığını denetlemek için başmüfettiş atadı. İBB, polise araç tahsis etmeyeceğini duyurdu. THY, Zaman, Today's Zaman, Bugün ve Ortadoğu gazetelerini dağıtmayacağını bildirdi. Bekir Bozdağ, bu soruşturmanın sorgulama tapeleri basına sızdırıldığı için, polisler hakkında suç duyurusunda bulundu (aynı şey Ergenekon'da da kaç kez yaşanmasına rağmen, hükümet kanadından kimsenin kılı kıpırdamamıştı.) Deniz Feneri davasında da benzer uygulamalara gidildiğini hatırlayalım.

Ergenekon davasında kimse suçu kabul etmemişken (hatta bazıları hala suçunu bile öğrenemediğinden dert yanıyor), burada 'Başbakan bile biliyordu' türünden itiraflar sanıklardan geldi vs. 

Yaklaşık 10 gündür devam eden bu operasyonda bakalım - özet olarak - neler söylendi:

"Psikolojik harp oynanıyor." (Aynısını TSK eski GK Bşk. Ergenekon'dan 'terörist' olarak hüküm giyen İlker Başbuğ da söylemişti.)
"Evet yolsuzluk ve rüşvet olabilir ama devletin milletin parasına bir şey olmadı." (Zaten Deniz Feneri'nde de devletin parası yenmemişti.)
"(Emniyet teşkilatı için) Kalkmış da şu hale bakın ya, yürütmenin mensubu bir eve baskın yapacak, bacak bacak üstüne atacak, eline tesbih alacak, yemek sipariş edecek. Külhanbeyi gibi... Şimdi biz bunu yapanı seyredecek miyiz? Gereği neyse onu yapacağız." (Ergenekon'da evlere baskın yapıldığında hallaç pamuğu gibi atılıp, o evlere ait eşyalar kırılmıştı: Külanbeyi gibi.)
"(Hakim ve savcılar için) Ortada çok kirli bir operasyon söz konusu. 14 ay dinleme, izleme yapılıyorsa bu konuda kendi üstlerine haber verilmiyorsa, buradaki mühendislik siyasi mühendisliktir. Bu bir nevi çetelerdir. Bunların uzantıları, uluslararası boyutu var." (Dinleme, izleme vb.de üstlere haber verme gibi bir zorunluluk hiçbir zaman yoktu. Ta ki, 2-3 gün önce hükümet bu zorunluluğu getirene kadar.)
"(Yargıçlara) Pırlanta değilsiniz. Bizim de bildiklerimiz var."
"Bu oyunun içinde yargı var, yürütme (polis) var. Bunlar faiz, savaş ve kan lobisidir. Hepsini biliyoruz."
"Bunlar paralele devlettir. İsrail ajanı, ABD kuklasıdır. Zamanı gelince hepsiyle hesaplaşırız."
"Devlet içinde çeteler var, komplo kuruyorlar."
"Bu iş ABD komplosudur, Halkbank'ı yedirmeyiz."
"Amerikan Büyükelçisi'ni istenmeyen adam ilan edebiliriz."
"Birbirinden farklı konular ve isimler biraraya getirildi." (Ergenekon'da da insanlar bunu söylemişti.)
"Bunları sabahın 5'inde evinden almak niye? Çağırıldıkşarında gelecek bu insanlar." (Ergenekon'da da insanlar aynısını söylemişti.)
"Tapelere eklemeler yapıldı." (Ergenekon tutukluları da aynı dertten muztaripti; hatta bir teğmenin emniyette duran telefonuna bir terör örgütü üyelerinin numaraları kaydedilmişti. Teröristlere ait numaraları kaydeden polisler 'bunu görev gereği yaptıkları için' beraat ettirilmişlerdi.)
"Yolsuzluk ve rüşvet her zaman olabilir." vs.

Basında:

"Yasadışı dinleme"
"(Zekeriya Öz hakkında) Siyonist savcı"
"Seçime kadar yeni operasyona geçit yok" vs.

Bu yazının ana fikri yeni bir atasözü olabilir sanki:

Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın; dokunan yanar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder