Yarattığın dünyadan ibaretsin, ne bir eksik ne bir fazla.

10 Aralık 2014 Çarşamba

Şükürler olsun

Rabbimize sorduk, Zürih dedi; kıramadık tabii, ağlaya ağlaya gittik gavur ellere. Şükürler olsun ki sağ salim geri döndük.

Daha havaalanına girişten itibaren memleketimizi özleyeceğimiz belli oldu. Aracımız bizi bıraktıktan sonra eşim tekerlekli sandalye almak üzere içeri girdi. Bekle, bekle gelmeyince 'Canım kocam herhalde üreticiye gitti; kıymetli kaidem kullanılmışlarda heba olmasın diye.' diye düşünmeye başlamıştım ki,
35 dakika sonra alı al moru mor geri geldi. Efendim, güvenlik kontrolünden geçerken görevlilere, tekerlekli sandalye nereden bulabilirim, diye sormuş. Biz ilgilenmiyoruz, demişler. En kalbi duygularla yapılan bir muhabbetten sonra ileride bir yeri işaret edip, oraya sormasını söylemişler. Canım kocam işaret edilen yere gidip durumu anlatmış. "Türk Hava Yolları ile mi uçuyorsunuz?" gibi bir soruyla karşılaşmış, hayır yanıtı vermiş. Karşılığında, canım memleketimin yaradılanı yaradandan dolayı seven insanları "O zaman yardımcı olamayacağız." demişler. Yine en kalbi duyguların ortaya döküldüğü bir muhabbetten sonra ters yöndeki başka bir yeri tarif edip, oraya sormasını söylemişler. Benimki koştur koştur oraya da gitmiş, derdini anlattıktan sonra aldığı yardım şöyle olmuş: "Dışarı çıkıyorsunuz, bilmem ne giriş kapısının orada büyücek bir engelli tabelası var. Oradan telefon açıyorsunuz, biz tekerlekli sandalyeyi gönderiyoruz." Şaşıran kocam, güzel kardeşim bak ben buradayım, söylüyorum, neden şimdi vermiyorsunuz gibi aptalca bir soru sormuş. "Prosedürümüz böyle değil." diye gayet akıllı mantıklı bir yanıt alıp, beni merakta bırakmamak için yanıma dönmüş. 

Neyse ki ben beklerken, hangi kapıdan gelecek acaba, diye arkamda kalan kapıları da kontrol etmiştim ve neyse ki engelli tabelasını görmüştüm; galiba 2 kapı kadar arkamızdaydı. Hemen gösterdim. Koşarak gitti ve sevinçten kıpkırmızı bir suratla geri döndü. Meğer, telefon kulübesi varmış ama bildiğin, engellilerin daha kolay arama yapmasına yarayan, aşağılara yerleştirilen ankesörlü bir telefonmuş, yoksa dahili/harici bir numara yazılı olup tekerlekli sandalye isteyebileceğin gibi değil. Göz yaşlarımıza engel olamadık tabii. Ay hayır yaaa, sinirden değil billahi, işte dünya lideri müslüman bir ülke böyle olur düşüncesiylen yane. 

Yürümeye karar verdik, zira tekerlekli sandalye bulacağız derken uçağı kaçırmak istemedik. Kocam bir yandan ağır valizimizi çekiştirmeye, bir yandan da bana yardım etmeye çalıştı. Güvenlik noktasına yaklaşmıştık ki, bir görevli koşar adım geldi yardımımıza valizi kaptı ve bizi bizden alan şu sözleri fışkırttı: 

- "Keşke bi tekerlekli sandalye alsaydınız."

Normal şartlarda, ağzımı açıp gözümü yuman ben olurum, kocam sakinleştirmeye çalışır. Fakat, ne olduysa artık, işler tersine döndü. Tam üstümüzü başımız çıkartıyorduk ki, eşim avaz avaz bağıran sesiyle üst üste diyordu ki:

- "Kimse kimseyi s.klemiyor bu ülkede! 

Sesi biraz yüksek çıkanın haklı olduğuna inanılan bir ülkede yaşamanın dayanılmaz hafifliği sardı dört bir yanımızı. Polisler, havalimanı görevlileri oturdukları koltuklardan kalkarak bana yer verdiler; tekerlekli sandalye bulma yarışına girdiler. Lakin, bekleyecek zamanımız yoktu. Check-in yapmaya çoktan başlayan havayolumuzun kontuvarına doğru yelken açmıştık bile. Oradaki görevli uzaktan bizi görünce el işaretleriyle onlara doğru mu gittiğimizi sordu, başımızı evet anlamında sallayınca, hokus pokus yaparak bir tekerlekli sandalye uçarak bana doğru geldi ve perişan bir şekilde üstüne yığıldım. Biz söylenmeye devam ederken, checki-in'imizi yapan bilmiş kızımız engin deneyimini paylaştı:
- Aslında bileti alırken not ettirseydiniz sıkıntı yaşamazdınız. 

Kocam tam alaycı bir tonda "Yapma yaaa, iyi ki söyledin; ilk kez uçak bileti aldığımız için bunu bilemedik!" diye kızcağıza yüklenirken, uzatmamasını söyledim. Pasaport kontrol noktasında halkımızın bir cinliğini, bir güzelliğini daha keşfedecektik. Soru tekerlekli sandalyenin şoförü görevliden geldi:
- Damga vurulsun mu vurulmasın mı? 

Anlamadık tabii, açıkladı: Efendim, pasaport ücretinin altının ons fiyatıyla belirleyenlerin yönettiği canım ülkemin uyanık vatandaşları da bir yöntem geliştirmişler: Pasaportlarını yıllarca kullanmak için damga vurdurmuyorlarmış! Uyanıklığın diz boyunu geçmiş olduğu ülkemizde, neden hala pasaportları - ve hayatı - bu kadar pahalı bir hale getiren kişileri yönetimde tutmayı tercih ettikleri sorusu şöyle bir aklımızdan geçse de, sorgulamanın dinimize aykırı olduğunu hatırlayarak tedirgin olduk, hemen bir bakara makara ile ruhumuzu kurtardık. Eh, sonuçta çoğulcu bir ümmetin evlatları olarak damga olayını es geçtik. Allahın izniyle uçağımız havalandı; inişe geçti ve Zürih'e vardık.

Dindaşlarım sayesinde, bırakın toplu taşıma araçlarına binebilmeyi, evimin önündeki sokakta bile karşıdan karşıya geçememe özgürlüğünü tatmış olan ben, bu gavur ellerde, tramvay, tren, otobüs (orada metrobüs gibi ileri seviye bi ulaşım aracı yok maalesef) ve şehir hatları vapuru olmak üzere bütün toplu taşıma araçlarını kullanmak zorunda bırakıldım. Karşıdan karşıya geçerken, vahşi gavurların en az 20 mt. gerimde durup benim geçmemi beklemesi gibi büyük hakaretlerine maruz kaldım. Ve inanır mısınız bilmem ama korna çalan bile çıkmadı bu dinsizlerden. Orada kaldığımız süre boyunca sinir haplarımı yutarak katlandım tüm bunlara. 

Hava çok güzelmiş, güneşliymiş, mevsim normallerinin çok dışında ılık seyrediyormuş, kafelerde, restoranlarda dışarıda oturuyormuşuz, çok şanslıymışız falan... Kime ne? Ben, genişletilmiş özgürlüklerimi yaşadığım ülkemi özlemiştim. Genişletilmiş özgürlük dedim de, biz oradayken başlayan bir referandumdan devam edeceğim ama azz sorrraa...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder