Yarattığın dünyadan ibaretsin, ne bir eksik ne bir fazla.

4 Eylül 2014 Perşembe

Dünya Basketbol Şampiyonası ve Türk takımı

İlk maçımızı seyredememiştim, sonradan son 7 dakikasını seyrettim. Epey bi uğraş vermiş çocuklar, aferin de, illa yumurta kapıya dayanınca mı yani! Ardından Amerika, Ukrayna ve Finlandiya maçlarımız geldi. Bugünkü için yapacak bişi yok artık, Allah kerimden diyebiliriz belki, ama her işimizi de ona bırakmasak iyi olur hani... 

ABD'ye basketbol bursu ile giden bir kız arkadaşım var, dumura uğrayan. Bizimki burada 2 km koşu ile çalışırken, oradaki koç takımı 10 km koşturduktan sonra takım antremana devam ederken, bizimkinden 100 net faul atışı istiyormuş - 100 net ne demek anlayabiliyor musunuz?! Üstelik bu kadınlar takımı! Bilmem anlatabildim mi...

Kimse kusura bakmasın ama, ben öyle Amerika'yı ilk yarıda çok iyi durdurduğumuzu, çok iyi savunma yaptığımızı falan düşünmüyorum. Benim gördüğüm, Amerika,
ilk yarıda her zamanki oyununu oynamadı. Biz bi basket attık, onlar hücumdan boş döndüler, biz bi basket daha attık, Amerika üçlük attı. İlk yarıda maç - değilse bile biz - mehter takımı gibi 2 ileri 1 geri. Adamlar farkı açmamıza izin verdiler mi? Hayır. En fazla fark attığımızda zaten 5 sayı idi; 5 sayı dediğin nedir ki basketbolda? Yeni Zelanda karşısındaki oyunlarını gördünüz mü? İlk dakikadan itibaren bastılar, kendi oyunlarını kurdular.

Anlamadığım şey, sunucuların yorumları oluyor. "Oyun bizim istediğimiz gibi gidiyor." İyi de, biz beraberlik mi istiyoruz? Dediğim gibi, adamlar farkı açmamıza izin vermediler. İsabetli bir üçlük atmışız, hemen ardındaki hücumda bir üçlüğümüz daha girmiş; yorum şu: Üçlüklerimiz yağmur gibi yağıyor! Yağmur derken??? O zaman Amerika'nın saymakta zorlandığımız peşpeşe üçlükleri de kasırga, tayfun falan! Hele Finlandiya'nın bize yolladığı, bi türlü kesemediğimiz üçlüklerden birinde, "Olmaz ki ama." demesinler mi hayal kırıklığı içinde... Cık cık cık diyorum, anlayın.

Bizim koç ayakta, birer ikişer adımlıyor, yorum şu: Koç Ergin Ataman soğukkanlılığını koruyor; Amerikalı koç oturuyor, yorum şu: Koç Mike Krzyzewski endişeli. Nerden biliyosun, nerden anladın be güzel abim? 

"Biz takım oyunu oynuyoruz, Amerika bireysel oynuyor."'a ne demeli? Bireysel oynuyor dedikleri takımda olay her seferinde aynı şekilde gerçekleşiyor: Amerika hücumda, bir oyuncu topu potaya atıyor, eğer isabet yoksa en az 1 arkadaşı illaki basketi tamamlıyor. Rebound'u aldılar mı, hızlı hücum şansını yakalamak için, topu bizim potaya en yakın arkadaşına paslaması da herhalde bireysel oynadıkları içindir!

'Top/şans topları bizi bi türlü sevemedi'ler, daha neler neler. Hele ikinci çeyreğin ortalarında - tamam biz öndeyiz ama milyon saat varken daha - kazanmışız gibi konuşmalar, örneklemeler, mutluluktan uçmalar falan ne ya! Sen görevini yap, maçı anlat. Kendi yorumunu da katacaksan eğer, '.... gibi gözüküyor' vb bişiler ekleyerek kur tümcelerini, anlaştık mı abim? Tam yerine rast geldi, manzara koyduk diyelim ve bizim yorumcuların Amerika'nın Yeni Zelanda maçındaki yorumlarına bakalım: 

"Amerikan takımı dünyanın en iyi top çalan takımı.", "Amerika'yla karşılaşıyorsanız bütün bunlara hazırlıklı olacaksınız.", "Amerika, maçları kendi hızında oynar.", "Zaten oyunun ritmini belirleyen taraf Amerika'dır." vs vs vs. İyi de, bunları niye bizim maçımızda da söylemezsiniz ki...

İkinci yarı itibarıyla kendi oyunlarını oynamaya başladılar. Yanıldığım yer burası oldu işte. Maç daha başlamamıştı, kocama, dördüncü çeyrekte asılmaya başlarlar, demiştim; erken davrandılar. Bence ilk yarıda oynamamalarının nedeni olsa olsa Obama'dır. Civanım delikanlıdan birçok örneğini duyan adamcağız, denemeye karar verip demiş ki:

"Ben size yenmeyin demiyorum, yenin ama hobi olarak yenin." :))

Daha çok konu daha var da, üçünü daha yazıp bitireceğim. Hem Amerika maçında hem de Ukrayna'da aynı şeyler söylendi: Karşı takımın bazı oyuncularını biz sanki hiç yokmuşlar gibi kabul etmişiz, yani maça hiçbir katkıları olmayacak, sayı üretemeyecekler. Gel gör ki, iki maçta da öyle de güzel sayılar ürettiler ki... Yanlışlık nerde?

Milli takımda - 100 yıl sonrakilerde bile yani - 8-10 sayı fark yedik diye kaybolmayan özgüven istiyoruz! 

Faul (serbest) atışlarındaki durumumuz nedir ya! Kardeşim, şu atışları ne zaman 2'de 2 isabet ettirebilen bi takım olacağız? Bunlar atsan da olur, atmasan da diyebileceğin basketler değil ki, hele bizim gibi yenmek için her sayıya muhtaç bir ülkenin takımı olarak. Finlandiya maçında 3. çeyreğin sonlarına doğru durum şöyleydi: Biz otuzlu, adamlar da ellili (53) sayıdayken, biz 30 kez faul çizgisine gitmişiz. Einstein olmaya gerek yok, basit bi hesap yapalım: Başka hiç basket at(a)mamış  olsak bile, hepsi 2 sayılık faul atışı olsa bile 60 sayıya ulaşıp adamlara 3. çeyreğin sonlarında 7 sayı fark atmış oluyor muyduk, olmuyor muyduk?! 

Hadi diyelim ben atamıyorum, sen atamıyorsun, ama basket attığı için para kazananların - ki dünya onlara kısaca profesyonel diyor - bunu gözü kapalı yapması gerekmiyor mu? Çok şey mi istiyorum, çok şey mi bekliyorum, standartlarım bu kadar mı yüksek, anlamıyorum ki!






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder