Yarattığın dünyadan ibaretsin, ne bir eksik ne bir fazla.

4 Ağustos 2011 Perşembe

Ağustos böceği, karınca ve kumsal

Mavi elmaslardan oluşmuş hissi veren denizin ışıltısından gözlerim kamaş kamaş. Ufuk çizgisini bulmaya çalışıyorum, ellerimi siper ederek. Nafile. Tam anlamıyla yer gök birbirine girmiş.

Sazlardan yapılmış şemsiyenin altından başımı sola çeviriyorum. Ağustos sıcağı, sonsuzluk gibi uzanan kumsalda gözle görünür olmuş. İnsan serap bile görür diye düşünürken, kumlardan döne döne yükselen hararet perdesinin ardında bir karaltı belirmeye başladı. Hah tamam işte, dedim, olacağı buydu zaten. Gözlerimi başka yöne çevirmek istesemde,
merak bu ya, yapamadım. Karaltı çok geçmeden ete kemiğe büründü ve içinden altmışlarında gözüken iki adam çıktı. Hasır şapkalarıyla iyice yanmış tenleri, siyahın beyazla zıtlığının aynısıydı. Birinin koyu mavi, diğerinin solmuş kırmızı şortları dizlerine kadar uzanıyordu. Ben, nasıl oluyor da çıplak ayakları yanmıyor diye düşünürken, onlar hararetle konuşmalarına devam ediyordu. Nedense, birden sıkıldım bu iki yaşlı adam görüntüsünden. O sırada denizden çıkanlar yetişti imdadıma.

Gençler, denizi yararak ve köpürterek çıktılar. Rüzgar olmamasına rağmen koşarak havlularına sarındılar. Sonra, kızlar ıslak bikinilerini değitirmek için yine koşarak kabinlere doğru gittiler. Ama orada yavaşlamak durumundaydılar, çünkü kabinlerin ikisine de doluydu. Bu bir süre onları 'durdurur' diye düşünmeye başlamıştım ki, gençlerin oldukları yerde bile kıpır kıpır olduklarını fark ettim. 2004'deki ilk beyin ameliyatım öncesi ben de böyle miydim acaba? Şimdiki halimle kendimi düşündüm, durduğum yerde iki yana sallanmak bile ne kadar zor! Of, içim karadı be!

Ne yapsam, nereye gitsem-lafın gelişi yani- diye sola sağa bakınırken aşkımı gördüm. Gazetesini okuyordu. Muzip bir gülümsemeyle yana kıvrılmış dudaklarına bakarken ince bir ses

"Didi sen napiyosun?" 

dedi. Sarı lokumun yanıma geldiğini hiç fark etmemişim. "Sen napıyosun?" dedim. Esmer şeker, yani ikiziyle kumda oynuyorlarmış. Aşkıma seslendim, beni onların yanına götürdü. O andan itibaren benim için zaman durdu.

Ve ağustos böceklerinin keyifleri yerinde, neşe içinde şarkılarını söylüyorlar. Tıpkı masaldaki gibiler; yazın şarkılar türküler, eğlence iyi de, kış gelince karıncaya muhtaç kalacaklar. Bakalım Türk halkının muhtaç olacağı 'karınca' kim ya da kimler olacak? Ne de olsa 'muhtaç olduğu kudret damarlarındaki asil kanda mevcut' aşamasının altından çoook sular geçti...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder