Yarattığın dünyadan ibaretsin, ne bir eksik ne bir fazla.

12 Temmuz 2011 Salı

Ben ve Edgar Allan POE


Duvarın neredeyse tamamına yakınını kaplayan kitaplığın önündeydim. Ayakta. Öylece durmuş bakıyordum. Bakmaktan çok bir şey arıyordum. Ne aradığımı bilmeden. Ne aradığını bilmeden bir şey aramak ne zormuş! Ve de yorucu. 


Özellikle benim gibi eksik malzemeden oluşanlar için.


Tekerlekli koltuğa oturayım da, altlı üstlü kütüphane bölmelerine bir ileri iki geri daha yakından bakayım diye düşünüyordum ki... Uzunlu kısalı, tombul zayıf, ciltli ciltsiz karışmış kitaplar arasından gözüme güneş ışıklarını yansıtan bir cam parçası tutulmuş gibi


kıpırtısız kalakaldım. Ta göz bebeklerimin karanlıklarına öyle derinden bakıyordu ki, tüm gerçekdışılığına rağmen, fotoğrafın canlanmış olabileceği düşüncesi beynime hücum etti: şimdi, benim kütüphanemde, ete kemiğe bürünmesi tam da ona göre olurdu. 

Ya, gözlerimin önünde hiç acele etmeden, en az benim kadar gerçek bir canlıya dönüşüverirse? Ceketinin omuz kısmındaki toz zerreciğini elinin tersiyle itelerken, saçlarını düzeltmek için, olanca kibarlığıyla, benden tarak isterse? 

Kısacık bir andaki şaşkınlığımı yenip, tekin olmayan, hatta kuralların hiç olmadığı dünyaları anlatan öyküleri, şiirleri yazan bu adama ölümü, ölümden sonraki yaşamı sorabilir miydim, eniştelerimi ve yitirdiğim diğer sevgilileri düşünerek, özleyerek? Yoksa, ancak sıradan insanların verebileceği tepkiyle, oturduğum koltuğa yığılıp kalır mıydım? Kapının kapanma sesiyle kendime geldiğimde, pişmanlığa dönüşmeye başlayan şaşkınlığıma, ayağıma gelen mucizeye nasıl 'bayıldığıma' lanet mi ederdim? 

'İnsanlığın ortak kederi, ölüm.' 

diyen karanlıklar prensi Edgar Allen Poe'dan bir ölüm şiiri; 


KUZGUN


Bir zamanlar kasvetli bir geceyarısı, unutulmuş eski bilgilerin 

Tuhaf ve antika ciltleri üzerine düşünüyordum, 

Yorgun ve sıkıntılı- 
Uyumak üzereydim, neredeyse başım düşüyordu ki, 
Bir tıkırtı geldi birden, sanki kibarca 
Oda kapımı çalan-çalan birisi gibi. 
'Odamın kapısını tıklatan' diye söylendim 'bir konuk- 
Başka bir şey değil, yalnızca bu.' 



Ah, iyice anımsıyorum ki o hazin Aralıktı; 

Ve zemine vuruyordu sönen her bir közün yansısı. 

Sabahı istiyordum şevkle; -Boş yere 
Aramıştım 
Ödünç bir avuntuyu kederden- 
Yitik Lenore'un kederinden- 
O eşsiz ve pırıl pırıl kızın, meleklerin Lenore 
Diye andığı- 
Buralarda, anılmayacak artık adı. 

Ve mor perdelerin belirsiz, hüzünlü, ipeksi 
Hışırtısı 
Önceden hiç duyulmamış tuhaf kokularla dolduruyor- 
Tir tir titretiyordu beni; 
Öyle ki: çarpıntımı bastırmak için tekrarladım, 
'Oda kapımdan girme izni isteyen bir konuk bu- 
Oda kapımdan girme izni isteyen 
Geç bir konuk;- 
Başka bir şey değil, budur bu.' 



O sıra cesaretimi toplayıp; daha fazla 

Oyalanmadan, 

'Sir' dedim, 'ya da Madam, affınızı dilerim 
Ama 
Gerçek şu ki dalıyordum ve siz öylesine yumuşak 
Bir tıkırtıyla geldiniz, 
Ve öylesine hafifçe tıklattınız-tıklattınız 
Oda kapımı ki, 
Duyduğumdan pek emin değilim sizi'-diyerek kapıyı 
Açtım burda;- 
Karanlıktan başka bir şey yoktu orda. 

Orda durdum, korku ve merakla karanlığın içine 
Baktım uzun süre, 
Kuşkuyla, kurarak hiçbir ölümlünün cüret edemediği 
Hayalleri; 
Ama sükunet bozulmadı ve sessizlik bir ipucu 
Vermedi, 
Ve fısıltıyla söylenen tek sözdü orda 
'Lenore? ' 
Buydu fısıldadığım, mırıltılı bir yankıyla geri gelen 
O söz 'lenore' 
Başka bir şey değil, yalnızca bu. 

Odama dönerken alev alev yanarak 
Ruhum 
Aynı tıkırtıyı işittim yine ilkinden biraz daha 
Kuvvetlice. 
'Kesinlikle' dedim, 'kesinlikle bir şey var penceremin 
Kafesinde; 
Öyleyse neymiş bakalım ve bu esrarı 
Çözelim; - 
Rüzgardır, başka bir şey değil bu.' 

Açıverince kepengi, eski devirden kalma 
Azametli bir kuzgun 
Kanat çırpıp sallanarak adım attı 
İçeriye; 
Ne bir selam verdi ne bir an durdu ya da 
Oturdu; 
Ama bir Lady'nin ya da Lord'un edasıyla 
Tünedi kapımın üstüne- 
Oda kapımın üstünde bir Pallas büstüne kondu- 
Konup oturdu hepsi bu. 

Derken ciddi ve haşin suratıyla bu abanoz kuş, 
Kederimi gülümsemeye dönüştürdü, 
'Sorgucun kırkılmışsa da hiç kuşkusuz' dedim 
Korkak değilsin sen, 
Gecenin kıyısından gelen 
Suratsız ve yaşlı kuzgun- 
Gecenin Plutonian kıyısındaki saygı değer adın nedir, 
Söyle bana.' 
Kuzgun dedi ki 'birdahaasla.' 

Çok şaşırmıştım bu çirkin kuşun konuştuğunu duyup 
Böylesine açıkça, 
Pek alakalı olmasa-yanıtı pek anlamlı olmasa da; 
Çünkü kabul etmeliyiz ki yaşayan kimse henüz 
Mazhar olmadı oda kapısının üstünde bir 
Kuş- 
Kuş ya da hayvan görmeye oda kapısının üstündeki 
Büstte, 
Bir isimle 'birdahaasla' diye. 

Ama kuzgun, sessiz büstün üstünde tek başına 
Yalnızca bu sözü söyledi, sanki bu bir tek sözle 
İçini dökmüş gibi. 
Sonra başka birşey söylemedi- ne de bir tüyünü 
Oynattı- 
Ben mırıldanana dek, 'önceden uçtu diğer 
Dostları- 
Sabahleyin beni terk edecek, umutlarımın 
Önceden uçup gittiği gibi.' 
O zaman kuş 'birdahaasla' dedi.


Sessizlikten ürküp böylesine uygun bir yanıtla bozulmuş,
'Kuşkusuz' dedim, 'söylediği şey bütün
sermayesi
Mutsuz bir sahipten kapılmış, zalim bir 
Belanın soluk vermeden izlediği ve izlediği ta ki
Şarkılarının nakaratı olana dek-
Umutlarına ağıt yaktığı 'Asla-
birdahaasla' nakaratı.

Ama kuzgun hayallerimi tebessüme çevirirken hala,
Minderli bir iskemleyi sürdüm kuşun, kapının
Ve büstün önüne;
Sonra, çökerek kadife yastığın üstüne, kendimi
Hayalden hayale geçmeye verdim, düşünerek bu
Eskinin meşum kuşu-
Bu suratsız, çirkin, korkunç, sıska ve uğursuz, eski
Zaman kuşu
Ne demek istemişti gaklayarak 'birdahaasla' diye.

Oturdum bunu bulmaya çalışarak, ama tek söz etmeden
Ateşli gözleri şimdi göğsümün içinde yanan
Kuşa;
Bunları bulmayı düşünerek oturdum, başım hafifçe
Eğilirken
Kadife yastığın, lamba ışığının üstünde göz gezdirdiği
Kumaşına,
Ama üzerinde lamba ışığının üstünde göz gezdirdiği
Kumaşa, o,
Oturmayacak, ah, bir daha asla.

Derken bana öyle geldi ki, görünmez bir buhurdanla
Tütsülenip yoğunlaştı hava
Sallanan, adımları tüylü zeminde tıpırdayan
Seraphlarca.
'Zavallı' diye bağırdım 'Tanrı emanet etti-
Bu meleklere gönderdi seni
Unut-unut ve arın anısından
Lenore'un;
İç, ah, iç bu arındırıcı ilacı ve unut bu
Yitik Lenore'u.'

Dedi ki kuzgun 'birdahaasla'

'Kahin' dedim, 'kötülüğün işi-yine de kahin, şeytan
Ya da kuş olsa da - 
İster Ayartıcı göndermiş olsun, ister fırtına fırlatmış olsun
Seni bu kıyıya,
Issız ama korkusuz, bu büyülü terk edilmiş
Toprağa-
Bu eve dehşetin uğradığı-söyle bana dosdoğru
Yalvarırım.'

Dedi ki kuzgun 'birdahaasla'

'Kahin' dedi, 'kötülüğün işi-yine de kahin, şeytan
Ya da kuş olsa da 
Üstümüzde çevrenen Gök adına-İkimizin de tapındığı
Tanrı adına-
Söyler kederle yüklü bir ruha, uzak Aden'de
Var mı,
Kutlu bir kız meleklerin Lenore diye 
Andığı-
Var mı eşsiz ve pırıl pırıl bir kız meleklerin 
Lenore diye andığı'
Dedi ki kuzgun 'birdahaasla'

'Ayrılık sözümüz olsun bu' diye bağırdım fırlayarak
'Kuş ya da şeytan'-
'Geri git fırtınaya ve Gece'nin Plutonian
Kıyısına.
Bırakma kara tüylerini bir nişanı gibi o yalanın
Ruhunun söylediği
Yanlızlığımı bozma-bırak kapımın üstündeki
Büstü.
Çek gaganı yüreğimden ve kapımdan çekip
Git'

Dedi ki kuzgun 'birdahaasla'

Ve kuzgun asla kıpırdamadan hala oturuyor, oturuyor hala
Sessiz Pallas büstünün üzerinde tam kapımının yukarısında;
Ve gözleri düş kuran bir şeytanın gözleri
Gibi,
Ve üstünden akan lamba ışığı zemine düşürüyor
Gölgesini;
Ve ruhum zeminde dalgalanan bu gölgeden
Bir daha asla-alamayacak kendisini.


2 yorum: